keşful malum – dertli sözlük
'zaten bilinenin keşfi' demektir.
aslı bana ait müsveddelerdir.
okumalarım ve tedrisatım neticesinde, -zaten bilinen şeyleri- keşf ettikten(!) sonra bir hazineye rastgelmiş miskin, dilenci bir adamın ilanatını havidir. parça parça nüktelerden ibarettir.
nükte: bir adam uzun zaman dini bilip öğrenmeye muttali olamadığı halde; daha bir yolu, tariki, usulü bulur bulmaz birden muazzam bir kuvvetle ve şiddetle o mesleğe sarılıp taa maddi cihada girecek tarzda bir harekete girişmesini ne ile izah ediyoruz?

evet çok zaman dindar olmadığı halde veya dinini yaşayamadığı veya bilmediği halde, yıllar sonra dine dair bir usul bulup bir anda kendisinde cihad yaptıracak hatta ifrat ile haddini aştıracak iler götürecek kuvvetini ve galeyanını şuradan alır:

aslında o kuvvet, nefessiz kalan bir adamın, tekrar nefes almaya başladığında derin ve güçlü güçlü nefes alması gibi...
veya derisine köz düşen, can yangınıyla bağıran veye kaçan adamın kuvveti gibi..
veya bir canavarın hücümundan kaçarken yorulmak bilmeyen adamın kuvveti gibi..

evet aynen yukarıdaki misallerde can havlinden gelen kuvvet gibidir bu adamın kuvveti. çünkü onun ruhu ve kalbi, dinden uzak kaldığı sürede öyle bir yara almış, öyle canı yanmıştır, öyle nefessiz kalmıştır ki, ona hitab eden bir usul veya yol bulduğu veya bulduğunu sandığı zaman dört elle sarılır, yapışır, hatta mutaassıbane, bağnazca ittiba eder, memleket değiştirir, hicret namıyla hatta cihad namıyla masum kafaları gövdesinden ayırır..

işte bu ifrada düşmekten muhafaza için evladımıza çekirdekten ruhun ve kalbinin suyunu vermeliyiz, taa nefessiz kaldığı zaman ilk pencereye hücum etmesin, can havliyle kaçtığı zaman çıkmaz sokağa girmesin, denize kavuştuğu zaman yılana sarılmasın veya boğulmasın..

düşmüş adama rast geldiğimizde ise, ona sükunetle yaklaşıp, evvela gayretini ve arzularını ve şiddetli dine çalışmasını takdir etmeli: ''maşaallah kardeşim gayeniz dine hizmet etmek dini yüceltmek her halinizden belli, allah ifrat ve tefritten bizi muhafaza etsin çok iyi olur o zaman inşaallah'' gibi takdir cümleleri arasına istikamete dair nasihatları serpiştirerek yardımcı olmak lazım.. yoksa ''sen ifrattasın tefrittesin abartıyorsun zındık olursun kafir olursun katil olursun'' gibi yanaşırsan allah muhafaza ya onu büsbütün çizgiden çıkartırsın ya kendi kelleni de kestirirsin..

nükte nihayet buldu.
nükte:

fazilet başkadır, esasat(esaslar) başkadır. ittifak etmek isteyen esasların aynı olmasına, esasların vahdetine bakar, esasatta anlaşılırsa ittifak olur, ittifak noktasında fazilete bakılmaz. fazilete bakılırsa ittifak olmaz, husumet ve ğayrılık çıkar.

mesela kadiri ile nakşinin ittifakı mümkündür hem meşhurdur. çünkü esasat olan: itikad ve şeriat noktasında aynı şeyi söylerler ve inanırlar ve kabul ile yaparlar. buna bakan dervişan ittifak ederler.
ama itikadı sağlamlaştırırken ve şeriatın teferruatını uygularken usuldeki farklılık ise fazilet kısmına dahildir.

eğer iki yolun dervişi oturur usulleri konuşurlarsa husumet olur, şeriatı ve itikadı konuşurlarsa ittifak olur.

bir de fazilette vahid olanlar vardır, onlar müttehiddir, ittihadı ittifaktan ayıran faziletteki birliktir. ittihad; esasat ve fazilette bir olanların kârıdır.
nükte:evlilik iki parmak izinin aynı kavisli ve açılı çizgilerini üst üste getirmek kadar müşkül bir meseledir. böyle bir meselede insanın ihtiyarının üstünde bir irade hatta mucizevi bir yed-i kudretin müdahalesi elzemdir, yoksa nasıl yek-vücud olunur.öyleyse evlenmek isteyenler allahın rızasını gaye-i maksad yapmakla, onun esaslarını konuşmalı, teferruatlı meselelere dalmamalı. çünkü böyle girift yapılı parmak izlerinin kar tanesi gibi ahengli ve harika bir şekil çıkarması mümkinattan değil, kudret-i ilahinin ikramı iledir.çiftler birbirine dinin, itikadın, şeriatın ve şahsıyetindeki fıtri hallerin özeti olan sorular tanzim ederler, onları sorarlar, onlarda ittihad olursa artık teferruat olan ince meseleler, artık arşurrahman olan evlilik çatısı altında hallolunur.evet evlilik yuvasının çatısı arşurrahmandır, allahın rahmeti ve inayeti ve ikramı olmazsa o çatı eşlerin başına çöker, altında kalırlar. bu çatının kolonları; itikadî, şeriatî ve kısmen fıtrî konularda eşlerin ittifak etmesidir. ve allah böyle kurulan yuvaya rahmetiyle istiva eder, artık teferruatlı konularin hepsi kendiliğinden (yani insan iradesinin çok üstünde gelişen vesilelerle) hallolur.demek şu zamanda çok teferruata dalıp evlenmeden evli gibi yaşayan konuşanların kolonları çürük kurtlu direklerdir. evet aklına ve ihtiyarına güvenen enaniyetten çıkmış, şeriatı ihlal eden hal ve davranışlar ile tedbir namı altında kurtlanmış, islami ve imani değil, insani ve nefsi direklerdir. çatısı da geçici nefsani muhabbet ve şehvettir. rabbinden gafil eşler sözleştikleri gibi olamadığını görünce o kurtlu direkler kırılır, suretdeki güzellikler ve şehvet sönünce çatısı da üstlerine yıkılır.hafizanallahuteala.nükte nihayet buldu.
nükte: manevi gaflet hali maddi nevm gibidir. birisi o anda sana rüyadasın dese de inanması güç olduğundan uyanması da müşküldür. bu gafilin bu halini bilen beyancı, gafletten uyandırmadan inandırmak isterse red cevabı görecektir. öyleyse önce gafili uyandırmak daha sonra nasihat etmek gerektir. naim-i manevi(gafil) olan bu adamın uyanması, rüyanın hezeyanlarını ıspat ile olabilir, borçluya borcunu ıspat etmeden borcunu talep etmek iftira gibi tesir yapar.binaenaleyh, tebliğ etmezden evvel tebliğ edilenin manevi vaziyetine teemmül ile dikkat et, yoksa söylediklerin ya kıymet ifade etmez, ya tesir etmez, ya red edilir veya müstemi'nin aklını teşviş eder karıştırır bütün bütün zarar olur.işte tebliğ çok noktaları nazara almakla çözülecek bir hakim veya hakem işi gibidir.
bu zamanda tefrikaya sebep olan büyük bir sebep şudur ki;
manevi meslek ve meşrebleri farklı olan iki müslüman yahut müslüman guruplar mabeyninde(arasında) medar-ı bahs olan mevzularda, meselenin şeriatı, sonra vacibi, sonra kavi sünnetleri ve ennihaye faziletleri medar-ı bahs olmalıdır.

evet meşrebleri ve meslekleri farklı mütenevvi çeşit müslümanın bir anda cem olup toplanması muazzam bir meseledir, kolay değildir. bu cemi tesis eden şeriat ve vecaib(vacipler) den başkası değildir. eğer o toplanmada feraiz(farzlar,şeriat)den ve vaciplerden başkası konuşulsa o cem iftirak etmeye ayrılmaya, dağılmaya başlar.

evet müslümanlar, cenab-ı hakkın hikmeti iktizasında farzlar ve vacibler denilen yekun-u şeriatta birleşirler cem ederler. yoksa sünnetler ve faziletlerde ayrı ayrı hasiyette olurlar, ayrı ayrı amelleri vardır, evleviyet nazariyeleri de ayrı ayrıdır. fazilet ve evleviyette icma olmaz, istenilmez, beklenilmez, hikmet-i ilahiyeye ve tezahürat-ı esma denilen kanun-u ilahiyeye zıddır.

devam edecekti edemedi. nükte cebren nihayet buldu.
ey vazifesini unutup dünyanın halleriyle aklı bulanmış papağan efendi, soruyorsun ki: '' bütün bu ahlaksızlığın, sapkınlığın ve fuhşiyatın sebebi nisvandaki ref-i tesettür müdür? (*)''

cevap:
alemde büyük tesir icra eden şeylerin genel itibarla tek sebebi yoktur, çok sebeplidir. bu da onlardandır. tek sebep elbette ref-i tesettür değildir, ama sebepler azametine göre sıralanmalıdır, en azim bir sebebi tesettürün ref'idir.


hatta dersin ve sorarsın ''ben tesettüre girmemle sapıklık, fuhuş ve ahlaksızlık bitecek mi?''

cevap:
sanane. sen evvela dünya iyi olsun diye mi sen iyisin? sen, senin üzerine vazife olan birşeyi neticesi için yapmazsın, üzerine vazife olduğu için yaparsın. sen bir memursun, bunun için hem vazifelisin hem maaş alıyorsun, nasıl diyebilirsin ki ''ben çalışmazsam devlet mi batacak?'' veya ''devlet benim çalışmamla mı ayakta duruyor?'' demek rezalet değil midir?

böyle soru nasıl sorudur? sen şunu da demiş olursun: ''ben ahlaklı olacağımda ahlaksızlık mı bitecek?''
o zaman ''öyleyse ahlaksız olayım'' mı diyeceksin..

insan vazifeli memurdur, vazifesini netice için değil vazifesi olduğu için yapar. ibadette böyledir. allah rızası için ibadet eder, cennet sevdası ve cehennem korkusu sadece teşvikçidir, şevklendikten sonra onları elinden bırakır ve hakiki vazifesine bakar.
nokta:

ey nefis sen belki bir sonraki nefeste öleceksin. bu ölümü ise kendine çok uzak görüyorsun. halbuki ölüm arkandadır. kişi arkasındakini göremediğinde yok zannettiği gibi sende arkandaki eceli yok zannetme.
nükte:

umum içinde yapılan bir fiil, o fiil türünden binler fiile kapı açar. çünkü herkesin ortasında yaptığın amel, o amelin silsilesi üstündeki hicap perdesini yırtar. artık sende o amelden çok çeşidi sudur eder ve türer.

evet; setr ettiğin bir hayrlı fikri umum içinde işlesen, artık o hayrın çok çeşidini de işlemeye bir iştiha, bir kuvvet hissedersin. ve elbette insanlar ortasında işlediğin bir arsızlık, perde-i haya'nı yırtar, artık hayasızlığın emvai çeşidi senden çıkar.

bu ''ateş'' gibi bir kaide-i fıtriyyedir, hayra vesile etmek gerektir, canlarda yakabilir, aş ta pişirebilir.