‘ah’lar ağacı – dertli sözlük
güzeller güzeli, içli bir didem madak şiiri.bir ilaç içsem bari diye düşündüm, biraz kolonya sürünsem, ferahlasam, pencereyi açsam.şöyle bir şey yazdım sonra: yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehresıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.berbattı, bir şiire böyle başlanmazdı.i̇ç ses diye söylendim, ardından yıldırım gürses...aptal aptal güldüm bir de buna.ayşecik vazoyu kırıyorve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.yapıştırsam da parçalarını hayatımınsu sızdırıyordu çatlaklarından.karnabahar kızartmıyordu aslabaşrolde kadınlar.güçlü bir el silkeledi beni sonrasanırım tanrı’nın eliydi.sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, çok şey görmüşüm gibi, ve çok şey geçmiş gibi başımdan, ah...dedim sonraah!i̇ç ses, diye söylendimçocukken şöyle dua ederdim tanrı’ya: tanrım bana hiç erimeyen, kırmızı bir bonbon şekeri yolla.eski tül perdelerden gelinlik biçerdikkardeşimle kendimize durmadan, olmayan çayları, olmayan fincanlardan içerdik.olmayan kapıları açardık, olmayan ziller çaldığında.siyah papyonlu olurdu mutlakaresim defterimizdeki damat.yedi günde yarattığımız dünyamutlu olurduk pastel koksa.ve şimdi şöyle dua ediyorum tanrı’ya: olanlar oldu tanrımbütün bu olanların ağırlığından beni kolla!kaybolmak istemiştim bir zamanlarkapının arkasında yokum demiştimve divanın altında da.bulamazsınız ki artık beni, hayatın ortasında.kaybolmak istemiştim bir zamanlarbeni kimse bulamazdıtanrı’nın arkasına saklansam.o kocamandı, en kocamandı o.bir kız çocuğunun hayalleri kadar.bir zamanlar kendimibulunmaz hint kumaşı sanmıştım.kaç metredir benim yokluğum? benden daha çok var sanmıştım.benim yokluğumdan dünyayabir elbise çıkar sanmıştım.dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadansonunda ben de alıştım.ah...dedim sonra, ah!güzin ablası kitaplar olan bir kızdım, i̇çim sıkılmasa o kadartek bir satır bile okumazdım.taş bebeğim ters çevrilince ağlardıbir derdi var derdim.derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim.ninni derdim, ninni bebeğim! cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini.plastik gözkapaklarının ardında, bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin, gözyaşları da.ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına.bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı, kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.i̇nsan çıtır ekmeği ısırdığında, kırıklar dolar kucağına, i̇şte orası umudun tarlasıdır.ve orada başaklar ağırlaştığında, sayısız ah dökülür toprağa.i̇ç ses, diye söylendimve ah dedim sonra, böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.dallarına salıncak kurardı çocuklar, hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar.meyveleri tatsızdıeski bir lanetten dolayıherkes dişlerdi acı meyvelerini, ve herkes söverdi ona.i̇smini yazardı herkes onun bağrına, ah derdi o. ah!bıçağın ucundaydı insanların hafızası‘i̇nsan unutandırve insan unutulmaya mahkum olandır.’tanrı şöyle derdi o zaman: ah!ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım, ulaşılamazdı, sen sarılmak istesen ona, o sana sarılmazdı.ne çok dikenin vardı tanrım! ne çok isterdim, sana sarılamazdım.ve şöyle derdim o zaman: ah!ahlat ahların ağacıydı, yaşlanmaya başlayanların, i̇tiraf edilememiş aşkların, evde kalmış kızların.ahlat ahların ağacıydı, cezayir nasıl cezaların ülkesiyse, öyleydi işte.ve etimoloji eti’lerden kalmabir zaman birimiydi yanılmıyorsam.ve yanılmıyorsam yalnız insanların, kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.mesela o zamanlarmutsuz olduğunda insanlar, yok olurmuş bazı dakikalar.gülümsedim o sıra, bazen sevinirim, sevinmek nedense hep yedi yaşındave ah... dedim sonra, ah!bazen ah diyorum durmadan, şimdi ben ahlatın başında, otuz iki yaşımda.ahlar ağacı gibi.rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma, mavi, mor, kırmızı ve yeşil, i̇stedim, hep istedim, sen iste derdim, iste yeter kivereyim.her istediğimi verdim.arttım, fazlalaştım, eksikli yaşamaktan.ahlar ağacıyım, gibisi fazla.başka bir şey istememartık beyazlaşan üç-beş tel saçıma, hesabımı vermekten başka.vasiyetimdir: dalgınlığınıza gelmek istiyorumve kaybolmak o dalgınlıkta.at arabasıyla kağıt toplardıher sabah çingene kadınlar.üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlarşaşırırdımkadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman?bir zamanlar öfkem beni zora koşardı.kızıl yelelerim yapışırdı terli alnımane eğere gelirsin ne de semere derledi bana,yeniden doğmuş olurdum oysa, öldüğümü sandıklarında, yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.vasiyetimdir: en güçlülerinden seçilsinbeni taşıyacak olanlar.ahtım olsun, yükleri ağırlaşsın diye iyice, tabutumun içinde tepineceğim.2-bir göl vardı evimizin karşısında, mavi gözleri olan, kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.ya siz, nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? nasıldıöldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?i̇lk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaçannem sevindiydi hatırlarım.ah demişti.ah! üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.annem çok sevinmelerin kadınıydı.bazen sevinince annem gibi, rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.annem çok sevinmelerin kadınıydı, sıcak yemeklerin.başına diktikleri o taş, ne zaman dokunsam soğuktur oysa.ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.i̇ç ses! bu bahsi kapa!mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.çoktandır öksüz olan mutfaktabuğulandı ve ağladı camlar, gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.çoktandır öksüz olan dünyaya baktım, allah babasıyla baş başa kalmış insanlara, poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca, sanki biraz rahatladım.kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki, artık kimse mutsuz olmayacaktı.ah...dedim sonra, ah! i̇ç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta, aynı vampir gibi çıkacağız.kırmızı çorbama ekmek doğrayınca, sanki biraz ferahladım.karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım: hala aç mısın?bir tren geçti yine tam o sıraustura gibi kara, düdük çala çala, geçti şiirimin ortasından.kes şunu dedim, kes artık! oldu olacak, kan kardeşi olsun ruhumla yollar.merak ederdim, kesik başları ve sarı ışıklarıylanereye gider bu insanlar? raylar uzanırdı içimde kilometrelercebir kara yılan gibi, bilemezdim menzil neresi?ah...dedim sonrave acilen makas değiştirdim.i̇ç ses, diye söylendim, raydan çıkma bundan sonra.kuyruk sallardı, annemden kalma maaşımher üç ayın sonunda.sevinirdi, kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim.sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla, muhabbet ederdik kuyrukta.bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin, fötr şapkalı kelimeleriydik, çürük dişlerimizle bizler, dökülmüş harfler gibi kelimelerden, saf ve pembe gülümserdik.bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik.neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik, neden hep aynı yerdeyiz, hayattan söz edilirdi, zor denirdi, ve ardından susulurdu mutlaka.fötr şapkalı amcalardan biriah derdi sonra, ah! kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.3-“bir arap şairi şöyle demiş, savaşta yenilen halkına, ağlamayın, ağlamayın, acınız azalır”uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnımaşiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi, sorardı: daha yazacak mısın? hayır derdim, artık yazmayacağım.ama şöyle denir: kılıç çeken kılıçla ölür.ama şöyle denir: kaderden kaçılmaz.ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.yıllarca biriktirdimrengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.aşık olduğumda, çikolata kokardı kırmızı yazgım.hayatıma hayat diyemem artık.sarı yazgım her sonbahar onubiraz daha fazla, ömür yaptı.maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.kara yazgımı şimdi kim bilirhangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? ah.. dedim sonraah!i̇ç ses, diye söylendim, başımda rüzgar vardıbaşımda uğultular...kalbim usulca kıpırdardıve ses çıkarırdı dokununcaçan çiçeğiyle karıştırırdı onu belkibir başkası olsa.başımda rüzgar vardı, yine esiyordumhızla dönmeye başladı kalbimrüzgargülüyle karıştırırdı onu belkibir başkası olsa.başımda uğultular...fırtına çıktı sonra, yaşadığını anladı kalbim, böyle yaşanamaz derdibir başkası olsa.bir zamanlar meydan okumak isterdim.kaç meydanını okudum da bu hayatın.yalnızca iki harfini öğrendim: ah!ah benim nergis kokulu cehaletim...ruj lekeleri bıraktın bardaklardaanlatmak isterdin kendini durmadanbir bardağa bile olsa.ne diyecektin, ne söyleyecektinşairlerin şahı olsan, bir ah’dan başka.ah benim nergis kokulu cehaletimbana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.ah!güçlü bir el silkeledi beni sonrasanırım tanrının eliydi, sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan, çok şey geçmiş gibi başımdanah dedim sonra, ah!i̇ç ses, diye söylendim.gel! ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.vasiyetimdir: bin ahımın hakkı toprağa kalsın...