dertli sözlük – dert söyletir
2010lu yılların başından itibaren tüm dünyayı özelde ise ülkemizi derinden etkileyen bir göçmen/mülteci sorunu baş gösterdi. ülkemizde okullardaki kalabalığın, ekonomideki bozulmanın, ahlaki yozlaşmanın ve daha birçok konunun öznesi oldular. i̇nsanlığın yetmediği bu duruma artık müslüman bakış açısıyla yaklaşmamız gerekiyor.
dertli sözlük seçkisi kasım ayı konusu olarak belirlediğimiz başlığa ekim ayı boyunca tanımlarınızı yazabilirsiniz.

konunun belirlenmesinde yardımcı olan yazarımız
münkesir
'e teşekkür ederiz.

(bkz:dertli sözlük seçkisi kasım 2023)
kitabı hiç okumadım ama yavaşladım galiba.her şehrin bir kimliği var.bazı şehirlerde sen durmak istesen de duramazsın bazı şehirlerde ise koşmak istesen de koşamazsın.
yavaşlamak bazen iyidir.tefekküre kapı açar.ama her daim iyi midir bilinmez.zaman kılıcını iyi kullanana iyidir galiba.
mustafa öztürk'ün ülkemizin meşhur sosyologlarından (!!!) mümin sekman'ın (hahaha) "ortadoğululuk" ile ilgili yazısı hakkındaki çok değerli fikirlerini biz cahil takipçilerine sunduğu videosu evlere şenlik.

facebook'un entelektüel çevrelerinde (kemalist teyzeler, müzmin muhalifler, islam düşmanları vs.) bir başyapıt muamelesi gören yazı da şurada:

https://turkulak.com.tr/ortadogululuk-nedir-bilir-misiniz-mumin-sekman-sosyolog/

m. öztürk'ün islami ilimlerdeki ihtisasını ölçüp tartacak bir konumda değilim lakin kendisinin temsilciliğine soyunduğu düşünce geleneğinin nerelere dayandığını az buçuk okur-yazar herkes anlayabilir.

napolyon 1798’de mısır’ı işgal ettiğinde “işte şark'ın tabiatı budur ve ona buna göre muamele etmemiz gerekir" demişti. 18. yüzyıl sonundan itibaren bu mantık üzerinden işleyen iktidar biçiminin tekrardan üretilmesine biz şarkiyatçılık/oryantalizm diyoruz. şark ile garp arasında ontolojik ve epistemolojik kesin bir ayrıma dayanan bir düşünce biçimi.
oryantalizm şark hakkında kesin hükümlerde bulunur, şark’ı tasvir eder, kalıba sokar, yönetir. doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun hakimi olmak için batı’nın bulduğu bir yoldur.

ingiltere’nin sömürgecilik tarihinin en parlak dönemlerinde bakanlık ve başbakanlık yapmış arthur balfour’un şark hakkında söylediklerine bakalım:

“her şeyden önce olgulara bakın. batılı uluslar, tarihte ortaya çıkar çıkmaz, ... kendilerine özgü erdemleri edinip ... kendi kendini yönetme yetilerinin ilk ilkelerini ... sergilediler . ... genel deyişle ‘doğu’daki şarklıların tüm tarihine bir göz atın, kendi kendini yönetmenin izine rastlayamazsınız.”

batı-doğu arasındaki ayrım burada daha net ortaya çıkar. bu, en başından beri bir hakimiyet ilişkisidir. batılılar egemendir, “doğulular”a da birinin egemen olması gerekir. bu da genellikle topraklarının işgal edilmesiyle başlayan sömürgecilik deneyimine işaret eder.
kötü hal ve hareketlerle kötü âkıbet, ceza ve musibetleri ifade eden bir terim. (*)

edebin zıttı. kötülük yapmak, terbiyeye aykırı davranmaktır.
aksa akçaoğlu'nun iletişim yayınları'ndan çıkmış çalışması.
çukurambar'da muhafazakar üst-orta sınıfla yapılmış sosyolojik bir çalışma.
heinrich van kleist'ın tarihi bir olaya dayanan içine biraz kurguda karıştırdığı alman edebiyatının klasiklerinden kabul edilen eseri.

at taciri olan michael kohlhaas'ın kullanmak istediği yolda zengin bir mülk sahibi tarafından atlarına el konulması ve atlarını geri alamamasıyla başlayan ve hakkını aramasıyla birçok olayın cereyan ettiği temelinde adalet kavramının olduğu uzun öykü.

hakkını ilk hukukta arıyor bulamayınca isyan edip savaş başlatıyor ve bunu birde devlet meselesi haline getiriyorki kitapta küçükte olsa martin luther'e de yer veriliyor. burjuvazinin zorbalığı, hukuk ve adalet ekseninde anlatılıyor.

akıcı, sürükleyici ve kendini okutan çok katmanlı bir eser. bu isyanın nereye varacağını merak ediyor insan. adalet başlığında bir intikam oyunu okuyoruz aslında. tabii buna çarpık toplum düzeni teşvik ediyor. haksızlık yapmasına rağmen sırf bürokraside tanıdıklarının olmasından dolayı hiçbir hukuki işlemin başlamaması ve mağdurun gittiği her farklı semt mahkemesinden eli boş dönmesi. tüm bunları okurken peki ama ahlak bir kenarda mı durmalı? diyor insan. i̇syan ahlakı mı devreye giriyor yoksa? çünkü kitapta anlatılmak istenen bir mesele de insanı suç işlemeye iten gerçek nedenin ne olduğunun dikkatlice araştırılması gerektiği.

kafka bu eser için "ne zaman aklıma gelse gözyaşlarıma hakim olamıyorum" demiş. biraz abartmış. belki kendisi hukukçu olduğu için daha derinden etkilenmiştir ama okuyucu olarak bildiriyorum ki göz bile doldurmuyor. bu konuda en başarılısı reis beydi.
bir terapist jonathan decker ve yönetmen/film yapımcısı alan seawright iki yakın arkadaşın çeşitli filmleri sinematik ve psikolojik açıdan inceledikleri, yorumladıkları youtube kanalı.

i̇zlemesi oldukça keyifli bir kanal. belli bir başlık altında filmleri inceledikleri gibi, sadece bir filmi tümüyle de inceliyorlar. bazen filmin yönetmenini de dahil ediyorlar. eski filmleri seçtikleri gibi vizyon tarihi yakın filmlerde var.

ben özellikle eternal sunshine of the spotless mind, perks of being a wallflower ve adam project film analizlerini çok beğendim.

cinema therapy
dinî konularda akıl yürütmeyi reddeden, nasların zâhirine bağlı kalmak suretiyle teşbih ve tecsîme kadar varan telakkileri benimseyenlere verilen ad.
son zamanlarda bu konuda kafa yoruyorum. düşünün ki hiçbir üniversite diplomanız yok. fakat çeşitli sertifikalar almak, dil öğrenmek ve bunun gibi niteliklerinizi artıracak çalışmalar yapmak için yeterli vaktinizin olduğunu düşünüyorsunuz. bunu da göz önünde bulundurarak özel sektörde ne tür iş imkanları vardır?

özel sektör diyorum çünkü bu şartlarda herhangi bir devlet kurumunda iş bulmak pek mümkün gözükmüyor.
dımeşk, busra'da dünyaya gelmiş bir âlimdir. i̇maduddin(*) lakabı verilen bir muhaddis bir müfessirdir. mezhep olarak şafiîdir. onun rivayet (*) tefsiri kitabı, ülkemizde ilme meraklı herkesin evinde bulunan baş ucu tefsiridir.
türkiye’nin cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan’ın 15 temmuz kalkışması sonrası yapılan demokrasi nöbetlerinin son günü yaptığı konuşmada geçen ifade. o sırada birlikte hareket eden ve her yönden çeşitli saldırılarda bulunan terör örgütlerine seslenişti.
aşk gelince cümle eksikler biter

yunus emre’den
tamamı:
n'olur ise ko ki olsun n'olusar
tek gönül mevlâyı bulsun n'olusar
aşk denizi gene taşmış kan akar
âşık-ı bîçare dalsın n'olusar

bir denize düşen ölür dediler
ölür ise ko ki ölsün n'olusar
aşk gelicek cümle eksikler biter
bitmez ise ko ki kalsın n'olusar

âkıbet şol göze toprak dolusar
bir gün öndün, ko ki dolsun n'olusar
dünyanın mansıplarıyla izzetin
yunus kodu, alan alsın n’olusar

*öndün: ödünç aldın

(… dünyevi makamı, mevkiyi, şanı şöhreti bıraktı yunus, alan alsın n’olacak?..)
türk edebiyatı eserlerinde yer alan döneme, geleneğe ve kültüre ait yemeklerle edebiyat sohbetinin yapıldığı trt2 programı.

programın ilk 4 5 dakikası eserde yemek veya sofranın geçtiği bölümün okunduğu ve sanat filmi tadında hazırlanışı sergileniyor. sonrasında alanında uzman kişilerle esere dair sohbet ediliyor. totalde 20-24 dakikalık bölümlerden oluşuyor. youtube'da birkaç bölümün sadece eserin tanıtıldığı kısımlar mevcut, tamamını tabii'den izleyebilirsiniz.

yemeklerin hazırlanış görseli şahane ama bazı bölümlerde okuyan kişi çok donuk okumuş. aklıma zamanında marmara fm'de fragmanları okuyan naif sesli seslendirmen geldi(*), o okusaydı güzellik katlanırdı.

şule gürbüz - çoşkuyla ölmek

yusuf atılgan - aylak adam

mithat cemal kuntay - üç i̇stanbul
öncelikle hayırlı olsun.

garip bir memleketiz. hepimiz aynı sorundan muzdaribiz ama sorunları sakız gibi çiğnemekten öte bir şey yapmıyoruz. nedir sorunumuz: eğitim öğretim.

kutlu bir konu eğitim öğretim. kişinin dünyevi ve uhrevi rızkını çıkarması açısından, topluma faydası açısından oldukça kutlu bir mesele eğitim. tabii ki eğitimin ilk ayağı aile. örgün eğitim dahil sonraki aşamalarda daha büyük çıktıların beklendiği ise bir gerçek.

ne bekliyoruz eğitilen insandan? öncelikle vatanına milletine ümmetine hayırlı olmasını. topluma uyumlu olmasını ve toplumun medeniyet seviyesini yükseltmesini. ya da en azından düşürmemesini. sonra kendisi için hayırlı bilgi talim etmesini ki bu bilgi ekmeğini kazanacak bilgiden ahiretini kazanacak bilgiye kadar uzanır.

peki bilinen manada eğitim, senin, benim, bizim, komşumuzun çocuğunun, amcamızın oğlunun ve ne kadar insan varsa hepsinin çocuğunun dahil olduğu bu eğitim bize bunların hangisini veriyor?

trafik feci. sabah komşunun küçük kızının ağlaması ile uyandım (*). insanlarda acayip bir ciddiyet. bu ciddiyetle yaptığımız çok az şey var.

milyonlarca genç okula gidiyor. onlar okula giderken ben boşa gittiklerini düşünüyorum ve içim eziliyor. ekmeği suyu israf etmeyelim de kanlı canlı insanları neden israf edelim ?

tanım: para kazanmak için bir dünya insanı dişlerinde ezen sistemin mübarek (*) günü
ingiliz sosyal psikolog michael billig'in 1995 yılında yayınlanan kitabının ismi. banal milliyetçilik terimi de bu kitap vasıtasıyla literatüre girmiştir.

banal milliyetçilik teorisi batı ülkelerinde milliyetçiliğin yeniden üretiliş biçimlerini anlamaya çalışır. billig'e göre millet olma bilinci günlük/rutin olarak üretilip bir sağduyu haline gelir, sıradanlaşır ve artık sorgulanmayan bir pratik haline dönüşür. bu gündelik ve sıradan olma hali milliyetçiliğin zayıflığına değil tam tersi toplumun tamamında yerleşip kökleşmesine sebep olur. günlük hayatın bir parçası haline gelen milliyetçi söylem artık herhangi bir eleştiriye veya sorgulamaya tabi tutulmadan benimsenmeye başlanır. banal milliyetçiliğin en bariz örnekleri kamu kurumlarının önünde dalgalanan bayraklar, paraların üzerindeki resim ve amblemlerdir. bunlar bireylere gündelik olarak ulusal kimliği hatırlatma vazifesi görür.

gazete ve televizyonlar da millet olma halinin adetleşmesi noktasında önemli araçlardır. milliyetçilik "biz" ve "onlar"ı tanımlama üzerine kurulu bir ideoloji olduğundan gazete ve televizyonlar takipçilerine muhayyel "biz" ve "onlar"ın kimler olduğunu sık sık hatırlatır. haberlerde sürekli ülkemizin adını görürüz, halk kelimesinin kimi kastettiği açıkça söylenmese de kendi devletimizin halkını kastettiğini anlarız. televizyonda biz denildiğinde kendi milletimizi, bu ülke denildiğinde kendi ülkemizi anlarız. haber metinlerinde farklı milletlerden olanların uyrukları belirtildiğinden bunları kendi uyruklarımızla karıştırmayız. hava durumunu izlerken ülke ismi söylenmese de kendi ülkemizin hava durumunu izlediğimizden şüphe duymayız.

yine aynı çerçevede, uluslararası spor müsabakaları "ulusal" spor müsabakalarından her zaman daha fazla ilgi ve heyecanla takip edilir. üzerine "milli" formamızı giymiş bir vatandaşımız başka bir ülkenin vatandaşından daha hızlı koşarsa veya daha uzağa zıplarsa milli duygularımız galeyana gelir, farkında olmadan gururlanır ve mutlu oluruz. gazetelerin spor sayfalarında farklı milletlerle yapılan müsabakalarda “yendik”, “ezdik” gibi milli gururu ifade eden sözlerde yenen ve ezen tarafın “biz” olduğumuzu anlarız. sporcular şampiyon olarak “yurda” döndüklerinde, onları savaştan dönen muzaffer kahramanlar gibi karşılarız. bunları bize öğretildiği için değil, günlük yaşamın sıradan bir rutini olarak yaparız. bu şekilde sürekli olarak yeniden üretilen ve hayatımızın bir parçası olan milliyetçilik, milletlerin yönlendirilmesini ve belirli bir hedefe kanalize edilmesini de kolaylaştırır.
brecht'in en güzel şiirlerinden...

anladık iyisin,
ama neye yarıyor iyiliğin?
seni kimse satın alamaz,
eve düşen yıldırım da
satın alınmaz.
anladık dediğin dedik,
ama dediğin ne?
doğrusun, söylersin düşündüğünü,
ama düşündüğün ne?
yüreklisin,
kime karşı?
akıllısın,
yararı kime?
gözetmezsin kendi çıkarını,
peki gözettiğin kiminki?
dostluğuna diyecek yok ya,
dostların kimler?
şimdi bizi iyi dinle:
düşmanımızsın sen bizim
dikeceğiz seni bir duvarın dibine
ama madem bir sürü iyi yönün var
dikeceğiz seni dibine iyi bir duvarın
iyi tüfeklerden çıkan
iyi kurşunlarla vuracağız seni.
sonra da gömeceğiz
iyi bir kürekle
iyi bir toprağa...
eve dön! şarkıya dön! kalbine dön!
şarkıya dön! kalbine dön! eve dön!
bu şiirin mısralarını ilk i̇slam düşünce atlasının tanıtımında duymuştum seneler önce.bugün youtubeda bir japon müslümanın kısa hayat hikayesine denk geldim.orada japonya ile türkiyeyi kıyaslarken şöyle diyordu; "burada türkiye'de kendinizi evinizde hissediyorsunuz.geçen sabah namazına camiye gittim ve müslüman çitfler gördüm.burada ailenizle müslümanca bilinçli bir şekilde yaşayabilirsiniz çünkü burası sizin gibi insanların olduğu bir yer.japonya da bir yemeğin yanında gelen istenmeyen bir garnitürsünüz.burada namaz kıldım ve kendimi japonya'dan daha çok evimde hissettim."
yani evin tarifini de japon bir müslüman sayesinde yeniden idrak etmiş oldum.ev müslümanca en iyi yaşayabildiğin yerdir.o yüzden memleketi, ülkeyi, milleti gömmek yerine sevmeye çalışın.
i̇slam düşünce atlasındaki tema ise ne kadar sağlam ve köklü bir medeniyete sahip olduğumuz;tanımadığımız ,bilmediğimiz için bir türlü benimseyemediğimizden bahsediyordu.eve dönelim ve evi koruyalım.
genç postcast serilerinden biri.bugün yolda hepsini dinledim.ne güzel hazırlamışlar, kendilerine çok teşekkür ediyorum.
oldukça komik bir programdı.hem güldürüyor hem de düşündürüyor.
bir arkadaşınla sohbet ediyor tadı veriyor, tavsiye ederim.
bugünkü hutbede geçen ifade. es geçtim tabii ki. bu okulları ilim ve irfan yuvası "kabul etmek", ilim ve irfandan nasipsizliğin en bariz göstergesidir. hele bir de millete bunu aşılamaya çalışmak... laik devlete her cephesinden bağlı bir diyanete yakışır elbet.