dertli sözlük – dert söyletir
00:13 15.07.2016
darbeler ezanları,selaları sustururmuş evvelce
sonsuz hamdü senalar olsun ki salaların susturduğu bir darbe girişimini önlemek bu aziz millete nasip oldu..
evet selalarımızı,ezanlarımızı dindirmesin rabbim
bayrağımızı indirtmesin rabbim
vatanımızı böyle hainlerden muhafaza eylesin rabbim.
el karadavi üstadın muhteşem eseri. i̇ncecik olmasına rağmen bu konuda söylenebilecek çoğu şeye değiniyor. okuyalım, okutalım.
toplumda yerleşmiş gayri islami gelenek/adet/örf kisvesi altında insanlar tarafından normalleştirilmiş davranışlar. özellikle düğün, cenaze vs. gibi merasimlerde daha çok görülür. çevremde gözlemlediklerimden birkaç tanesi

* ölünün arkasından bağıra çağıra ağlamak

bu bazı yerlerde oldukça yerleşmiş. ölen kişinin doğru dürüst tanımadığı insanlar bile toplum içinde ayıp olmasın diye yalandan bağıra çağıra ağlayıp ağıt yakıyorlar. taziyede böyle yapılmamasının yanlış olduğu inancı yerleşmiş.

* ölü evinin yemek dağıtması

insan ilişkilerinin bu kadar çarpık/iki yüzlü bir şekilde ortaya çıktığı nadir durumlardan birisidir. sabah vefat eden insanın öğlenki cenazesinde kıymalı pide, ayran, çay savaşları... malum ki hz. peygamber'in uygulaması tam tersi yönde. şehit olan hz. cafer'in evine üç gün boyunca yemek götürülmesini emretmiş.

* açık saçık, danslı müzik konserleri

insan ahlakının düşebileceği en aşağı seviyelerden birisi. modern sodom gomora provası... bu geleneğin kökleri de malum mekke müşriklerinden nadir bin haris'e dayanır. rivayetlere göre nadir bin haris insanları oyun ve eğlenceyle oyalayıp islam'dan soğutmak için şarkıcı iki kadın köle satın almıştır. nadr b. hâris, hz. peygamber bir insana hakkı anlatıp yanından ayrıldıktan sonra hemen kiraladığı bu kadınlardan birini görevlendirerek şöyle dermiş: “bu adama yedir, içir ve onu öyle eğlendir ki muhammed’in telkinlerine uymasın.”

* nesnelere tapma - neo-paganizm

bu konuya fazla girmeyelim. misal olması için, isteyenler ardahan valiliğimizin güzide sitesinden atatürk silüeti ile ilgili bilgi edinebilir...

http://www.ardahan.gov.tr/ataturk-silueti
günlük yaşamımızın parçası olan bazı ayrıntıları bir yavaşlama halinde daha iyi görüyor ve farkında oluyoruz. bu da insanı bir tefekküre etraflıca bakıp bir evreni temaşaya vesile oluyor.

yakın zamanda yaşadığım yer değişikliğinden dolayı kaldığım yerin hemen yanında camii var. ezan okunmadan önce hoparlöründen cızırtı sesi çıkıyor ve birkaç saniye sürüyor. o birkaç saniye nedenini bilmediğim bir şekilde beni mutlu ediyor. böyle ateşin başına oturmuşsun da ateşten çıt çıt yanma sesleri geliyor gibi. etraf sessiz ama birazdan bir neşe hasıl olacak gibi.

    bu güzel hislerinizden dolayı sizi tebrik ederim. nereden okudum bilmiyorum ama şöyle bir hikaye var hatırımda.

    bir allah dostu her gün geçtiği sokakta devrilmekte olan bir duvara dikkatle bakıp geçermiş. bir gün geldiğinde duvarın yıkıldığını görmüş ve bunun üzerine mutluluktan gülmeye başlamış. hali görenler hayretle: "adamın evinin duvarı yıkıldı niçin gülüyorsunuz?" diye sormuşlar. bu hak dostu da cevaben "duvar eğrildiği yere doğru yıkıldı. bizim gönlümüz de hakka doğru eğrilmiştir." diye söylemiş.

    evet, inşallah bizim gönlümüz de hakka doğru eğrilmiştir.
aydın babanın harikulade şiiri. youtube'da dinlemek lazım.

demirəm dağlardan mənə qar gətir,
meyvəsiz bağlardan mənə bar gətir,
divardan əl boyda daş qopar gətir,
məni sağlığımda yoxla bəsimdir.

məni ağ kəfənə bükməyə nə var,
torpağı üstümə tökməyə nə var,
bazardan gül alıb əkməyə nə var,
məni sağlığımda yoxla bəsimdir.

sinəmi oxlayıb dağlama mənim,
yolumu izimi bağlama mənim,
yeddimi qırxımı saxlama mənim,
məni sağlığımda yoxla bəsimdir.

cırma üz gözünü tökmə gözyaşı,
yığma dost-tanışı qohum-qardaşı,
neynirəm süfrədə yağlı bozbaşı,
məni sağlığımda yoxla bəsimdir.

mən yazıq aydın'ı gətirmə dilə,
beş günlük dünyadır yaxşılıq eylə,
öləndə düşmən də ağlayır lələ,
məni sağlığımda yoxla bəsimdir.
tebliğ için taif'e giden peygamber efendimiz (sav) halk tarafından birçok eza ve cefa gördü. alay edip taş yağmuruna tuttukları peygamber efendimize cebrail aleyhisselam "yâ resûlallâh! emir buyur, bu kavmi helâk edelim" buyurduğunda rahmet peygamberi beddua etmeyip dua da niyazda bulundu;

“allâh’ım! kuvvetimin zaafa uğradığını, çâresizliğimi, halk nazarında hor ve hakîr görülmemi sana arz ediyorum. ey merhametlilerin en merhametlisi! eğer bana karşı ga­zaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam! i̇lâhî! sen kavmime hidâyet ver; on­lar bilmiyorlar. i̇lâhî! sen râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum...”

(*)
(*)

en temeldeki türkçe karşılığı gizlilik olsa gerektir. kişisel olarak düşünüldüğünde, kişinin kendisiyle ilgili en derinlerinde yer alan ve başkalarının bilmesine gerek olmayan alan denilebilir.
mahremiyet insanın olduğu ve kurduğu her türlü ilişkide olan/olması gereken bir değer olmakla birlikte dinimizin özellikle aile mahremiyetine (ailenin hem kendi içerisindeki hem de dışarıya karşı mahremiyetiyle ilgili kitabımızda ayetler mevcut) dikkat çekmekte olduğunu da belirtmek gerekir. dolayısıyla mahremiyet mühim bir konu.

teknolojinin baş döndüren hızı sadece cihazlarda değil, iletişim araçları ve platformlarını da ciddi manada etkiliyor malum. bu gelişmelerin(!) bilinçli ya da bilinçsiz olarak en çok hedef aldığı değerlerin başında da mahremiyet geliyor.
üstelik bu konuda son derece başarılı da oldular. teknolojik cihazlara dahili kameraların yerleştirildiği ilk zamanlarda kameraların üzerinin postitlerle kapatıldığı dönemlerden; sosyal medyada dolaşırken, aynı evde yaşadığı ailesiyle ilgili hiç bilmediği mahrem bir bilgiyi öğrenebildiği acayip bir döneme girmiş bulunmaktayız; allah akıbetimizi hayr etsin, gerçekten çok acayip.
(*)
(bkz:teşhir afettir)

bir de sanal alemde anonim olarak iletişim kurulan platformlarda yapılan paylaşımlarla ilgili de ayrıca düşünmek gerekiyor sanırım. anonim olmanın verdiği rahatlıkla kişinin kendi mahremini bile en ücra köşelerine kadar aktarması mahremiyetin ihlali midir yoksa bir monolog gibi değerlendirilmelidir ayrı bir tanımın konusu olsa gerek.
i̇rlanda kırsalında çok çocuklu bir ailesin üyesi olan ismi olmayan baş karakterimizin yakınlarına bir süreliğine bakılması için emanet edilmesiyle başlıyor hikaye ve iki kişiden oluşan yaşlı ciftin çocukla olan duygusal bağını anlatıyor. claire keegan' ın 2010 yılında yazdığı hikayede ailenin psikolojik ögeleri baş rolde.

hikaye mini bir dizi tadında. okurken gözün önünde rahat canlanıyor. küçük çocuğun utangaç ve çekingen halleri ve yaşı gereği anlayamadığı olayları okuyucuda tam olarak anlayamıyorum. netleşmeyen durumlar oluyor. bu da hikayeyi çocuğun gözünden okuyarak bir bağ kurmamızı sağlıyor. olaylara yaşlı çift, ebeveyn veya bağımsız okuyucu olarak değil tam olarak çocuk duygusallığında anlamamızı istiyor. kısacık bir hikayeyi değerli yapan güzel bir ayrıntı.

sonu çok hüzünlü ve buruk. her insanın sevgiye ve ilgiye ihtiyacı olduğunu gösteriyor. dizi olursa güzel duygulandırıp sonunda aglatabilir. :)
bir müzik grubu. neyzen tevfik kolaylı'nın geçer adlı şiirini çok güzel seslendirmişler.

ızdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer
ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer
gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer
devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer
gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer

bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi
çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
i̇nleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun fili mi
ney susar, mey dökülür, gulgule-i cem de geçer

serseri neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne
girmemiştir bu avalim, bu bedayi gözüne
cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne
pir olur sâki-i gülçehre, bakılmaz yüzüne
hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer...
"karşıtlar kavuşur birbirine" manasına geliyor.
birçok farklı alanda benzetme yapılarak çıkarımlarda bulunulabilecek güzel bir ifade.
en çok nefret ettiğim tiptir. kalkılacak kadar kötüyse kalkalım dersin. değilse ortamın huzurunu kaçırmaya ne hakkın var?.. çok canın sıkıldıysa bir daha gidileceği zaman karşı çıkarsın falan filan... böyle insanlar nasıl yaşıyor onu da anlamıyorum.
böyle büyük bir iddiada bulunacak çapta bilgim yok. kendim birkaç tane rus ilacı kullandım. arkadaşlarım kullandı. herkes çok memnun kaldı. i̇lginç.
hiç tersi durumla karşılaşmadım pratikte. en haksız oldukları durumda bile cümlenin boynunu bir "ama" çengeline takıp manipülasyon yapıyorlar. sürekli haklı çıkmak zaten bir problemdir. ben sırf farklı bakış açıları edinmek, yanlışlarımı düzeltmek için o alandaki uzman kişilere karşı çıkıyorum. hatta sırf üzerime gelsinler diye laf cambazlığı yapıyorum. en son "haklısın ya" deyip öğrendiklerime şükrediyorum.
bir tecrübe. hep pozitif oluyorlar. her şeyin iyi yönünü görüyorlar. herkese yardım etmeye çalışıyorlar. tam aksine, ne kadar kısa boylu ve zayıf teyze tanıdıysam hepsi fitne fesat. hep bir yanlış hep bir kusur bulma derdindeler. bu büyük bir tesadüf mü sizce?..
mardinli bir arkadaşın ismi. hiç duymadığımdan ötürü birkaç kez tekrarlatmak durumunda kalmıştım, gerçekten de ilginç bir isim.
manası da köy, kasabaymış.(*)
sözleri sadi şirazi'ye ait olan mohsen namjoo'nun bestelediği fikrimce en iyi seslendirenler arasında olduğunu düşündüğüm, sözleriyle insanı düşüncelere şevk etmemesi imkansız olan güzelim bir şiir.

söyle ey bahar yeli,
nedir bu bahçenin hali?
figan ettirir bülbülü
böyle telaşlı, gamlı

parlak çehrenin yanında
soluk kalır güllerin güzelliği
bütün çiçekler içinde sen
dikenler arasında gül gibisin

ey her derde şifa kaynağı!
biz çaresiz dertlileri görüyorsun
lâkin elindeki merhemi
yaralarımızdan esirgiyorsun!

bize bir ömür daha lazım;
ölümümüzden sonra.
çünkü bu ömrümüz mâlum
sadece umutlanmakla geçti…
"hayat, her şeyi birbirine bağlayan tek bir iplikten örülmüştür." anlamına gelen ifade. öndeki çocuğun sırtında gördüm, dikkatimi çekti.
çevreden ve vücuttan beyne iletilen duyusal uyaranlara karşı düşük eşiğe sahip olunmasıdır.

bazı şeylere normalden daha fazla verilen tepkiler ve insandan insana değişmesi bir takım soru işaretleri barındırabiliyor. mesela insanların yüksek sese veya ani dokunma hareketlerine verdikleri tepkiler kişiye göre değişebiliyor, bunlar da elbetteki çocukluktaki veya bir takım yaşanmış travmalardan kaynaklı bedenin verdiği tepkilerdir.

bessel van der kolk'un beden kayıt tutar kitabından:
artık biliyoruz ki beynimiz ve bedenimiz karşılıklı etkileşimler üzerinde şekilleniyor. bu etkileşimlerin değerlendirilmediği bir tanı ve tedavi anlayışı her zaman eksik kalacaktır. sıklıkla, “öyle düşünmemelisin… düşünce şeklin yanlış!” diyen terapistlerle karşılaşıyorum. “oltaya yakalanmış bir balığın davranışlarını gören arkadaşları, onun çıldırdığını düşünebilir”. ama balığın yaptığı sadece hayatını kurtarmaya çalışmaktır. i̇nsanları yaşadıkları ya da yetiştikleri ortamlardan ayrı değerlendiremeyiz, oltayı göremezseniz bu davranışları anlamak ve anlamlandırmak da mümkün olmayacaktır.
bu sabah birden aklıma geldi birkaç tane aromasının baskın olduğunu düşündüğüm iyice yıkanmış çilekleri çaya atmamla tanıştığım, eğer önceden yoksa icat ettiğim hoş rehiyalı içecek.
sokaklarında hatıralarının olmadığı bir yeri tanımaya çalışmak çok zevkli. her zaman yürüdüğümüz dümdüz kaldırımın bile farklı bir şehirde farklı bir manası oluyor, bambaşka pencereleri oluyor insanın bir takım arayışları... farklı bir insanı tanımak ve bakış açını genişletmek gibi empati gibi insana o kadar fazla güzel şey katıyor ki farklı bir şehirde farklı bir kendimizle karşılaşıyoruz. hiç deneyimlemediğimiz/tanışmadığımız bir benliğimizi bulabiliyoruz. uzun süre kendimizi iyi hissetmediğimiz, kendimiz olamadığımız bir yerden uzaklaşmak nasıl iyi hissettiriyorsa o kadar uzaklaşmak.. amaç kaçmak değil insan ne yaparsa yapsın bırakıp gittiği yeri de götürüyor kendiyle, önemli olan iyileşmeyi-arayışı geçmişle beraber sürdürebilmek..

çok uzaklara gitmeyi hayal etmesem de farklı şehirlerdeki farklı bir ben ile tanışmak güzel olsa gerek sözlük :).