ali ayçil – dertli sözlük
ceviz sandıklar ve para kasaları adlı eserinde;

kadın gülüşlerinin, pazar alışverişlerinin, neşeli kahvehanelerin, eğlenceli düğünlerin ve o insan kaynayan caddelerin sıcak kanının içimizde bıraktığı ağır tortuya bir ad koyamadık bir türlü. belki de hep kaçtık bundan. bizim bünyemiz, çekim gücünü ancak karanlıkta toparlayabilen ve yalnızca kırık dökük olanları kendine çeken bir mıknatısa benziyordu. güneşin insana dokunmadığı bakir yerler arıyorduk kendimize..

diyen ve yenilgiden dönerken adlı eserini kaliteli bulduğum ve sur kenti hikayeleri adlı eserini okumak istediğim yazar.
--- iktibas ---

şimdi bile gülümsememe sebep olan portakal renkli,çift kanatlı masanın üzerinde dolu bir küllük, dalından biraz önce kopardığım birkaç erik, bir deste kağıt ve içine kalemler koyduğum plastik mavi bardak, kurduğum yalnızlık örgütünün üyelerinden birkaçıydı sadece.

--- iktibas ---
ve sağıma dönerken,"sürekli böyle konuşarak karı küstürdüler"dedim içimden.hava hareketlerini gözleyen cihazların,buz sensörlerinin,tuz doldurulmuş kamyonların,atifriz eklenmiş su peteklerinin tetikte bekletildiği günlerde o, küstürüldüğü için şehrin tepelerine bile inmeden geçip başka yerlere gitti..
--- iktibas ---

gece bir ülkedir ve onun da halkı vardır;aralarında yeni katılanlara yardım ederler,yol yordam öğretirler,insanlığın uykusunu kaçırmamak için ellerinden geleni yaparlar.bana kalırsa korktukları için değil,insanlara zarar vermemek için gösteriyorlar bu hassasiyeti.bizi seviyorlar.bundan kuşkum yok.


--- iktibas ---

başlangıçta sevemediğimizi zamanla seveceğimizi düşünürüz;oysa zaman sevdirmez,sadece alıştırır.
--- iktibas ---

bir gün üşenmedim sordum: dedim ki, “biz niçin bir başka yere gitmiyor, özellikle bu duvar dibine geliyoruz? niçin gelip sırtımızı bu duvara yaslıyoruz? i̇şsiz değiliz, beş parasız değiliz, amele değiliz, gurbetçi değiliz.” mimar, ceketinin cebinde aradığı her neyse, onu armaya, i̇lahiyatçı, göz ucuyla yan masadaki adamın gazetesine bakmaya devam etti. soru, pek çok kez içmeyip bıraktığımız çay gibi soğudu orta yerde ve dünya garip bir isteksizlikle dönmeye devam etti. duvarın önünden, o daracık boşluktan bazı insanlar geçip gittiler. irklarını, semtlerini, oturdukları evleri bilmediğimiz her yaştan insan. bir kadın tam önümüzde inatçı çocuğunu patakladı; bir oğlan kız arkadaşının küçük parmağından tuttu; bir grup öğrenci sehpamızın dibinde bir penaltı pozisyonunu tartışmaya başladı. memur olduğu her halinden belli bir kadın, para çekme makinesinin başında uzun uzun çantasını karıştırdı. sonra mimar, istifini bozmadan, “çünkü” dedi, “çünkü boşluğa yaslanamayız!” mimarın dudaklarında duman ve öksürük…
--- iktibas ---
-- nihayet dergisi'nden alıntı --biz, çok eski bir geleneğin takipçileri, bayram günlerinin kağıda dökülmemiş bir iyilik sözleşmesi olduğunu biliriz. kimse bu sözleşmeyi bozmak istemez; katiller ve kötülük bekçileri bile o bir kaç gün boyunca ellerini mesleklerinden çekerler. kent insana güvenir, eşya insana güvenir, insan insana güvenir. belki de bayram günlerinin sevinci, yaptığımız iyilik sözleşmesine sadakatimizden ötürü, göklerden tutulmuş bir alkıştır...-- nihayet dergisi'nden alıntı --