allah için sevmek – dertli sözlük
ulvi sevgi biçimi.

ifadesi kolay ve kulağa hoş geldiği için (bir de sevgi ifadesine hafif dini bir sos katmak için) çok söylenen ve kullanılan bir ifade: 'seni allah için seviyorum', 'seni allah rızası için seviyorum', 'birbirinizi allah rızası için sevin' ve sair.

''peki bu sevgi biçimi nedir ve nasıldır?'' sorusuna doğru düzgün cevap verebilen babayiğit yok.
tamam allah rızası için seviyorsun da diğer sevgi türlerinden farkı ne. bir menfaat gözetmeyen sevgiden farkı ne?
bunları bilmek lazım.

allah için sevmek hoştur ama zordur.
çünkü ''allah için sevmek, allah'ın kurallarıyla sevmek, irtibatta ve muamelede allah'ın kurallarını çiğnememektir' demiş idi bir zat-ı muhterem.
bu yüzden meşruluğu tartışma konusu bir 'sevgi'de (ilişkide) bu ifadeyi kullanırsanız 'haddinizi' zorlamış olursunuz.

ilave: son parantezi sonradan ekledim. tam anlaşılsın diye.
tasavvufun anadolu kültürüyle ne derece içselleştiğini hatırlatan cümle.

"bak allah yarattı demem, vururum."
her şeyde ölçünün o'nun rızası olması, sevmeninde nefretininde tek sebebinin o'nun sevgisi ve rızasını kaybetme korkusu olması.o yüzden kişi her sevgiyi rahmani zannetmemeli.kişi nefsi yüzünden de sevebilir tabi olarak. ama amaç hakkın sevdasına ulaşmak olduğundan, araçlara takılı kalmak ve hakettiğinden fazlası ile bağlanmak elbette şirke kapı aralar, ayağı kaydırabilir.sevmek haktan gelen bir duygudur.peki sevdiklerimizi nasıl seviyoruz? bunun en güzel örneği tabiki üsve-i hasene olan efendimiz-sallallahualeyhivesellem-'in hayatında

peygamberimiz (a.s.m) bir gün hz. ali'ye (r.a) sordu:"allah'ı sever misin?"
"evet "dedi hz.ali (r.a).
"ya beni?"
"evet"dedi yine hz.ali (r.a).
"ya fatıma'yı"
"evet dedi hz. ali (r.a)
"hasan ve hüseyin'i dedi peygamberimiz(a.s.m).
"severim ey allah'ın resulü"
peygamberimiz bu defa sordu:
"ey ali, bu kadar sevgiyi bir tek kalbe nasıl sığdırıyorsun?"
hz.ali (r.a) böyle bir soru beklemiyordu. peygamber sınavındaki bu soruya cevap bulamadı.
eve gidip eşi hz.fatıma'ya anlattı. hz. fatıma eşine hayret etmişti. ‘bunun cevabı çok kolay. git söyle peygambere" dedi. hz fatıma annemiz ve eşine öğretti sevme şeklini;
"allah'ı sevmen imanından, aklıdan... peygamberi sevmen gönlünden.. beni sevmen nefsinden... hasan ve hüseyin'i sevmen babalığından..."
hz. ali (r.a) tekrar peygamber efendimizin yanına giderek eşinden öğrendiği cevabı söyledi.
peygamberimiz (asm) hz.ali'nin(r.a) bu cevabını duyduğunda gülümseyerek eliyle işaret etti."
"bu meyve peygamberlik ağacından alınmışa benziyor."

bu sebepledir ki, varlıkların en şereflisi olan insanı, fanîlere bağımlılıktan kurtararak rabb'ına yücelten ve ahsen-i takvîm mertebesine ulaştıran yegane müessir budur. ancak bu yolda, rûhaniyetin harcı olan aşk ve sevgi yerine nefsanî heva ve heveslerin peşinde koşmak, bu ilahî gayeye ters düşen bir bedbahtlıktır.

salike lazım olan, ne halde bulunursa bulunsun, nefsin hilelerine kanmayıp, gelen iptila ve imtihanları aşarak hakk vuslatına doğru istikametlenmektir.

mevlana (k.s.), ruhların, nefslerin ve istîdadların insandan insana farklı olduğunu, herkesin kendi aynasında kainat nakışlarını, değişik perspektiften ayrı ayrı görmelerini şu misallerle anlatır:

"bir sufî, neş'elenip tefekküre dalmak için müzeyyen bir bahçeye gider. bahçenin rengarenk tezyinatı karşısında mest olur. gözlemi kapayarak murakabe ve tefekküre dalar."

"orada bulunan gafil bir kişi, sûfî'yi uyur zanneder. onun bu haline hayret eder, canı sıkılır. sûfîye:

" - ne uyuyorsun? gözünü aç da üzüm çubuklarını, çiçek açmış ağaçları, yeşermiş çimenleri seyret! allah'ın (c.c.) rahmet eserlerine nazar et!" der. sûfî de ona şöyle cevap verir:

"ey heveskar insan! şunu iyi bil ki, rahmet-i ilahiyyenin en büyük eseri gönüldür. onun dışındakilar bu büyük eserin gölgesi mesabesindedir."

"ağaçlar arasında bir dere akıp gider. onun berrak suyunda iki tarafın ağaçlarının akislerini görürsün.."

"su içine aksedip görülenler, hayalî bir bağbahçedir. asıl bağ ve bahçeler, gönüldedir. çünkü gönül, nazargah-ı ilahîdir. onların zarif ve latîf akisleri, su ve çamurdan olan dünya alemindedir."

"eğer bu alemdekiler, gönül alemindeki o neş'e selvisinin aksi olmasaydı, cenab-ı hakk bu hayal alemine "aldanış" mekanı demezdi." dedi.

sûre-i al-i i̇mran, 185. ayette:

"her canlı ölümü tadacaktır. yaptıklarınızın karşılığı muhakkak kıyamet günü tastamam verilecektir. o vakit, kim ateşten uzaklaştırılıp cennet'e sokulursa, artık o, muhakkak muradına ermiştir. (bu) dünya hayatı aldanma metaından başka bir şey değildir." buyurulur.

gafil olanlar, dünya'yı cennet zannederek "cennet budur!" diyenler, bu derenin görüntüsüne kananlardır."

"asıl bağ ve bahçelerden, yani evliyaullahdan uzakta kalanlar, o hayale meylederek aldanırlar."

"birgün bu gaflet uykusu nihayet bulur. gözler açılır, hakikat görülür. fakat son nefesde o manzaranın ne faydası olur?"

"ne mutlu o kimseye ki, ölümden evvel ölmüş, onun ruhu, bu bağın hakîkatinden koku almıştır..."

gerçekten bir kimse, dünya'nın nefsanî lezzetlerce itibar etmez, ondan yüz çevirirse, allah (c.c.), o kulun ruhunu saf, kalbini nurlu kılar.
bismillahirrahmanirrahim"cenab-ı hak bir hadis-i kudside şöyle buyuruyor:"şu kimseleri sevmek bana vacip oldu. (şu kimseleri mutlaka severim):-benim rızam için birbirlerini sevenler...-benim rızam için bir araya gelenler...-benim rızam için birbirlerini ziyaret edenler...-benim rızam için birbirlerine ikramda bulunanlar..."(buhari müslim,tirmizi)nerede benim rızam için birbirlerini sevenler? gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim.(hz. muhammed (sav))allah için sevmek bu kadar önemliyken bu konuya gereken değeri sonuna kadar vermek gerekir.
dünya ve ahirette tek gaye allah'ın rızasını kazanmak olmalıdır ki sevdiğimize de allah için sevmeli; allah için yaşamalı, allah için ölmeliyiz.
karşınızdakini sevmeniz için en güzel nedendir ve öyle güzel bir nedendir ki; sizin, o kişiyi sevmemek için sarıldığınız bütün bahaneleri elinizden alıp bir çırpıda silip süpüren şahsına münhasır bir nedendir.