(http://www.halkoyunlarim.com/destanlar-ve-halk-hikayeleri/2871-calin-davullari-turkusunun-hikayesi.html)
duygusal bir selanik türküsü. hikayesi:
bir yanda davullar çalar, öte yanda mezar kazılır mı hiç? hangi kentin, hangi yörenin töresinde var bu? böyle bir yöreye, böyle bir kente halkımız, o güzel türküleri yaratan halkımız ilenmez mi? viran olasın, ıssız kalasın demez mi? der elbette.
tarihini düşemediğimiz, ama 1893-94 yıllarında rumelideki kolera salgını nedeniyle 1800lü yılların sonu diye varsaydığımız dönemde geçer olay. halkımızın ilendiği kent de rumelinin incisi selanik kentidir. o dönemin selaniki dillere destan. şundan ki; osmanlının hoşgörülü yönetimi altındaki selanikte yetmiş iki millet bir arada yaşıyor. i̇lkin bizans ve kısa bir dönem de venedik yönetiminde kalan selanik daha sonra i̇kinci murat döneminde osmanlı topraklarına katılmış.1912 yılına kadar 500 yıla yakın osmanlı yönetiminde kalmış. kolkide ve olimpos dağları arasındaki vardar vadisinin ağzında kurulmuş olan selanik; deniziyle, dağıyla, çiçek bahçeleriyle tablo gibi bir kentti o zamanlar. bu kenti güzelleştiren bir tek doğası değildi elbette. çarşısında, pazarında, dükkânında, mağazasında kentin toplumsal yapısına uygun bin bir dil konuşulur, halk birbirini anlardı. sevgi, saygı selanikin simgesi olmuştu. rumu, ermenisi, pomakı, arnavutu, türkü kardeş gibi geçinip giderlerdi. museviler, müslümanlar, hristiyanlar kentin çeşitli yörelerinde özgürce kendi ibadetlerini yapacakları cami, kilise, havralarını kullanır; kimse kimseyi rahatsız etmezdi. 15ci yüzyılda kraliçe i̇sabella ile kral ferdinand döneminde musevilere ya hristiyan olacaksınız, ya da on ay içinde i̇spanyayı terk edeceksiniz deniyor. sultan i̇kinci beyazıt i̇spanyol musevilerine sahip çıkıyor. kaptan-ı derya hasan paşayı donanması ile birlikte i̇spanyaya gönderiyor. bir grup musevinin kurtulmasını sağlıyor. ve onları i̇stanbula getiriyor. bu gelen gruptan 2000 kadarını da daha sonra selanike gönderiyor. böylelikle selanikin yaşamına yeni bir grup giriyor. ve ticaret birden bire canlanıyor. yeni mağazalar, bankalar, oteller açılıyor. yollar, caddeler, limanlar yapılıyor. musevilerin kent yaşamına kattığı ticari canlılıktan; diğer etnik gruplar da nasibini alıyor. hamdi bey, kapancılar gibi müslüman iş adamları da çeşitli iş kollarında yatırımlar yapıyorlar. sözün özü selanik, osmanlının avrupadaki merkezi haline geliyor. bu gelişmeler, insanlar arasındaki geleneksel dostluğu hiç bozmuyor. herkes birbirine saygısını sürdürüyor. sabahın erinde, siga siga kürek çekip balığa çıkan rum kayıkçılara hep birlikte kalipsarya diyerek bol balık dileniyor; akşam dönüşlerinde meraklı gözlerle kayıkların yüklerini boşaltmaları gözleniyor. akşamüstü çingene kadınların sattığı renk renk çiçekler, kokinolar caddelere apayrı bir güzellik veriyor.
gelişen ticari yaşama ayak uydurup, tekstil iş kolunda mağaza açan müslümanlardan biri de rendalı rüstem ağaydı. kentin eski merkezinde, şadırvan mahallesinde , hortacı süleyman efendi camii civarında büyük bir kumaş mağazası vardı rüstem ağanın. mağazasında dallı güllü basmalar, ağır kadifeler, şam işi ipekliler, selanik dokumaları top top dururdu raflarda. selanikin o günkü sosyetesi, rüstem ağanın mağazasından giyinirdi. rumeli kızlarının sırtındaki zarif elbiselerin, renk renk feracelerin, üç eteklerin kumaşları rüstem ağanın mağazasından çıkardı. belindeki trablus kuşağından sarkan, gümüş saat kordonuyla; bir yana eğik fesiyle, kara pala bıyıklarıyla, yörük esmeri babacan bir adamdı rüstem aga. boş zamanlarını hortacı camiinin önündeki asmalı sokak kahvesinde nargilesini fokurdatarak, köpüklü kahvesini yudumlayarak geçirirdi. rüstem ağa gözü gönlü tok, çayı içilir, yemeği yenir bir kişiydi. anlı şanlı konağında, kumaş mağazasında onlarca insan çalışır ekmek yerdi. ne ki, rüstem ağanın da kendince derdi vardı. şundan ki, dört kız babası olan rüstem ağaya allah bir oğlan evlat vermemiş, kendinden sonra mala mülke sahip çıkacak, soyunu sürdürecek bir oğlu olmamıştı. kahvedeki konuşmalar döner dolaşır bu konuya gelir; rüstem aganın içi burkulur, malı mülkü , varlığı konağı bir anda sıfıra inerdi gözünde. olsa ne olmasa ne, ölüp gittikten sonra el eline kalacaktı tümü.
kızları bir bir evermiş yuvadan uçurmuştu. bir tek fitnat kalmıştı evde. daha on altısındaydı fitnat. gözü gibi seviyordu fitnatı rüstem ağa. akşam olup eve geldiğinde babasını kapıda karşılıyan fitnat, yüzünde gülücüklerle sarılıyordu boynuna. elindekileri alıp, sırtındakileri çıkarmasına yardım ediyor, elini ayağını yıkaması için ibrikle su döküyor, havlusunu uzatıyordu babasına. güzelliği de dilden dile dolaşıp, dünürleri çoğalıyordu fitnatın. ama babası verimkar değildi kimseye:daha çocuk sayılır fitnatım. feracesini atalı kaç yıl oldu ki deyip savıyordu gelenleri.
günlerden bir gün, selanik yakınlarındaki mazganlı köyünden mehmet adlı bir genç alış veriş için rüstem ağanın mağazasına geldi. eline aldığı kumaşları yumaklayıp, denetliyor, fiyatlarını soruyordu kumaşların. sonunda, elbiselik, gömleklik kumaşlardan seçip, kuşağından çıkardığı kesesinden ödedi parasını. rüstem ağa ilk kez mağazasında gördüğü bu gencin nereli olduğunu, ne iş yaptığını sordu. mazganlıdanım. celeplik yapıyorum. selanik pazarına bir kaç mal getirdik arkadaşlarla . sattık. üç beş parça ihtiyacı alıp köye döneceğim. niyetim burada kalıp, bir iş tutmaktı ama, zor dedi. gencin bu içten, saf anlatımı hoşuna gitti rüstem ağanın. kendisinin de hesap kitaptan anlayan, alış veriş bilen birine ihtiyacı vardı. delikanlı adın ne? kimin kimsen var mı köyde. ne tür iş ararsın? deyince delikanlı:adım memet. dört erkek kardeşiz. anam babam da köyde yaşıyor.hesaba, kitaba aklım erer. alış-verişten anlarım deyince içinde kımıl kımıl bir şeyler kaynadı rüstem ağanın benim de böyle bir oğlum olsaydı diye geçirdi içinden. sonra da;gel çalış bu dükkanda. ekmeğin aşın, yatacak yerin benden. giysini, içeceğin kadar tütünü verir, emeğinin de hakkını öderim. delikanlı hiç beklemediği bu öneri karşısında alnında biriken terleri mendiliyle silip;daha ne isteyim ağam; sen münasip gördüysen, biz de layık olmaya çalışırız diyerek ellerine sarıldı rüstem ağanın.
gün o gün; saat o saat işe başladı memet. her geçen gün daha da ısındı işine. rüstem ağanın da günden güne gözüne daha çok girdi. lep demeden leblebiyi anlıyor; işe kendi işi gibi sarılıyordu memet. i̇lkin kumaş toplarını indirip, kaldırmakla başladı işe;sonra mağazanın tüm işlerine el attı. rüstem ağa ona baktıkça ah şu memet gibi benim de bir oğlum olsa, soyumu sopumu sürdürse diye iç geçiriyordu. akşam olunca tütün denklerinin arasına serdiği şiltelerin üstünde uyuyan memet bir tek mağaza işleriyle değil, gerektiğinde konağın işlerine de koşturuyordu. mağazaya gelen müşterilere ve çevre esnafa da kendini sevdiren memeti rüstem ağa zamanlı zamansız eve de yolluyor, ya aldığı yemeklikleri gönderiyor; ya da unuttuğu bir şeyi alıp getirmesini istiyordu. i̇şte bu gidiş gelişlerin birinde olan oldu memetle fitnat göz göze geldi. elleri ellerine deydi. çok geçmeden de kimsenin görmediği bir köşede buluşup fısıldaşır oldular. memet bir türlü durumu rüstem ağaya açamıyor, içine kapandıkça kapanıyordu. sonra, fitnatın davranışlarındaki değişikliği sezen anası sorguladı kızını. durumu öğrenince de babasına açtı meseleyi. rüstem ağanın da zaman zaman aklından geçen fitnatı memetle everme işi kendiliğinden gelişince hoşuna gitti. gülümsemeye başladı. öteki kızları nasıl yuvadan uçurduysak fitnat da bir gün gidecekti. memetten iyisi mi olacak. efendi çocuk. eli işe yatkın. namuslu çocuk. mal mülk dediğin ne ki. hepsi geçici. biz dünyadan el çekecek olsak, gözümüz arkada kalmaz deyince anası haberi fitnata uçurdu.
çok geçmeden de, memet işinden izin alarak köyüne gidip ana-babasına açtı durumu. onların da rızasını alarak, üç beş armağan yetirip kentin yolunu tuttular. rüstem ağanın hortacıdaki evinin kapısını çaldıklarında, fitnatın yüreği duracak gibiydi. al yanakları biraz daha kızarmış olarak, elleri titreyerek açtı konağın kapısını. konukları anası babası da kapıda karşıladı. konağın büyük salonuna aldılar. şuradan buradan konuşup, kahvelerini içerken allahın emriyle diye başladı memetin babası. sonra da kısmetse olur. hele bir de kızımıza danışalmı. lakin fitnat bizim evimizin şenliği. onsuz bu konağın tadı kalmaz. biz isteriz ki, oğlunuz bizimle olsun. evimizde kalsın. bize evlat olsun. kızımız da bizden kopmamış olur deyince memetin babası; niyetimiz sizinle akraba olmak. memet zaten kent yaşamına alıştı. kızınızı köye getirip de ne iş tutacak. bizim zaten üç tane gelinimiz var köyde. sizin dediğiniz gibi olsun. yeter ki mutlu olsunlar deyip söz kestiler. fitnat kız, kapı aralığından konuşulanları dinlerken sevinçten uçuyordu.
usulen kızlarıyla konuşup, sonucu bildireceklerini söylediler. konukları yolcu ettiler. i̇lkin fitnatla konuştu babası. ne desin fitnatcık.siz bilirsiniz baba. siz uygun görürseniz ben de evet derim diye görüşünü bildirdi. i̇ç güveyi alacakları için fazla beklemeyip, düğünü bir an önce yapmaya karar verdiler. nasıriçteki çiftlik evlerinde davulları çaldırıp, anlı şanlı bir düğün yapacaklardı. gençler heyecanla o günü beklerken, selaniki kabus gibi bir hastalık kasıp kavurmaya başladı. kolera dedikleri illet, bir çok canı alıp götürmeye başlamıştı. kenti karabulutlar gibi sarmıştı kolera. yalnızca selaniki değil; tüm rumeliyi sarmıştı. kimine göre selanik limanlarındaki yabancı gemilerden bulaşmıştı; kimine göre de balkanlardaki savaştan kaçıp selanike sığınan göçmenler taşımıştı kolerayı. şu bu tevatür çeşit çeşit. ama yaşam sürüyor bir yandan.
çok geçmeden iki aile yeniden bir araya gelip düğün gününü kararlaştırdılar. üç hafta içinde hazırlıklar tamamlanıp, düğün yapılacak, gençler baş göz olacaktı. konu komşudan bazıları, varsıl, saygın rüstem aganın kızını, yoksul bir gence iç güveysi olarak vermesini hoş karşılamıyordu. ama memetin dürüst ve çalışkan olduğunu, bir evlat gibi aileye gireceğini söyleyenler çoğunluktaydı. artık günleri sayıyorlardı. on beş on dört on üç. ama koleranın sarstığı selanikte, camilerde durmadan sela okunuyor, cenazeler ard arda kaldırılıyordu. kolera olmadık yerlerde, olmadık kişilerde uç gösteriyor. i̇lkin ateş, kusma, ishal; çok geçmeden de bir yatak, bir yorgan çaput gibi halsiz bırakıp, suyunu emdikten sonra da alıp götürüyordu hastayı. on iki, on bir. ama fitnatın hali hal değil. hastanede doktor fısıldadı kulağına babasının. kolera. dokuz, sekiz, yedi, üç. düğüne üç gün kala sizlere ömür! i̇lkin ateş, kusma, sonra da kesiksiz ishal ve halsizlik. aman, yaman doktor, ilaç boş! bir kuş yavrusu gibi, babasının kollarında can verdi fitnat. hortacı camiinde selası okunurken, üç gün sonraki düğüne izin vermeyen ölüme ilenen memet, caminin bir kenarına çekilmiş, bir yandan hüngür hüngür ağlıyor; öte yandan kınası yakılmamış geline bu illeti bulaştıran selanike ileniyordu.
__________________
sözleri:
çalın davulları çaydan aşağyı
mezarımı kazın dostlar belden aşağyı
suyumu da dökün boydan aşağyı
aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
al başımdan bu sevdayı götür yare ver
selanik içinde selam okunur
selanın sedası dostlar cana dokunur
gümüş kazma ile mezar kazılır
aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
al başımdan bu sevdayı götür yare ver
selanik selanik ıssız kalasın
taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın
sen de benim gibi yarsız kalasın
aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
al başımdan bu sevdayı götür yare ver
duygusal bir selanik türküsü. hikayesi:
bir yanda davullar çalar, öte yanda mezar kazılır mı hiç? hangi kentin, hangi yörenin töresinde var bu? böyle bir yöreye, böyle bir kente halkımız, o güzel türküleri yaratan halkımız ilenmez mi? viran olasın, ıssız kalasın demez mi? der elbette.
tarihini düşemediğimiz, ama 1893-94 yıllarında rumelideki kolera salgını nedeniyle 1800lü yılların sonu diye varsaydığımız dönemde geçer olay. halkımızın ilendiği kent de rumelinin incisi selanik kentidir. o dönemin selaniki dillere destan. şundan ki; osmanlının hoşgörülü yönetimi altındaki selanikte yetmiş iki millet bir arada yaşıyor. i̇lkin bizans ve kısa bir dönem de venedik yönetiminde kalan selanik daha sonra i̇kinci murat döneminde osmanlı topraklarına katılmış.1912 yılına kadar 500 yıla yakın osmanlı yönetiminde kalmış. kolkide ve olimpos dağları arasındaki vardar vadisinin ağzında kurulmuş olan selanik; deniziyle, dağıyla, çiçek bahçeleriyle tablo gibi bir kentti o zamanlar. bu kenti güzelleştiren bir tek doğası değildi elbette. çarşısında, pazarında, dükkânında, mağazasında kentin toplumsal yapısına uygun bin bir dil konuşulur, halk birbirini anlardı. sevgi, saygı selanikin simgesi olmuştu. rumu, ermenisi, pomakı, arnavutu, türkü kardeş gibi geçinip giderlerdi. museviler, müslümanlar, hristiyanlar kentin çeşitli yörelerinde özgürce kendi ibadetlerini yapacakları cami, kilise, havralarını kullanır; kimse kimseyi rahatsız etmezdi. 15ci yüzyılda kraliçe i̇sabella ile kral ferdinand döneminde musevilere ya hristiyan olacaksınız, ya da on ay içinde i̇spanyayı terk edeceksiniz deniyor. sultan i̇kinci beyazıt i̇spanyol musevilerine sahip çıkıyor. kaptan-ı derya hasan paşayı donanması ile birlikte i̇spanyaya gönderiyor. bir grup musevinin kurtulmasını sağlıyor. ve onları i̇stanbula getiriyor. bu gelen gruptan 2000 kadarını da daha sonra selanike gönderiyor. böylelikle selanikin yaşamına yeni bir grup giriyor. ve ticaret birden bire canlanıyor. yeni mağazalar, bankalar, oteller açılıyor. yollar, caddeler, limanlar yapılıyor. musevilerin kent yaşamına kattığı ticari canlılıktan; diğer etnik gruplar da nasibini alıyor. hamdi bey, kapancılar gibi müslüman iş adamları da çeşitli iş kollarında yatırımlar yapıyorlar. sözün özü selanik, osmanlının avrupadaki merkezi haline geliyor. bu gelişmeler, insanlar arasındaki geleneksel dostluğu hiç bozmuyor. herkes birbirine saygısını sürdürüyor. sabahın erinde, siga siga kürek çekip balığa çıkan rum kayıkçılara hep birlikte kalipsarya diyerek bol balık dileniyor; akşam dönüşlerinde meraklı gözlerle kayıkların yüklerini boşaltmaları gözleniyor. akşamüstü çingene kadınların sattığı renk renk çiçekler, kokinolar caddelere apayrı bir güzellik veriyor.
gelişen ticari yaşama ayak uydurup, tekstil iş kolunda mağaza açan müslümanlardan biri de rendalı rüstem ağaydı. kentin eski merkezinde, şadırvan mahallesinde , hortacı süleyman efendi camii civarında büyük bir kumaş mağazası vardı rüstem ağanın. mağazasında dallı güllü basmalar, ağır kadifeler, şam işi ipekliler, selanik dokumaları top top dururdu raflarda. selanikin o günkü sosyetesi, rüstem ağanın mağazasından giyinirdi. rumeli kızlarının sırtındaki zarif elbiselerin, renk renk feracelerin, üç eteklerin kumaşları rüstem ağanın mağazasından çıkardı. belindeki trablus kuşağından sarkan, gümüş saat kordonuyla; bir yana eğik fesiyle, kara pala bıyıklarıyla, yörük esmeri babacan bir adamdı rüstem aga. boş zamanlarını hortacı camiinin önündeki asmalı sokak kahvesinde nargilesini fokurdatarak, köpüklü kahvesini yudumlayarak geçirirdi. rüstem ağa gözü gönlü tok, çayı içilir, yemeği yenir bir kişiydi. anlı şanlı konağında, kumaş mağazasında onlarca insan çalışır ekmek yerdi. ne ki, rüstem ağanın da kendince derdi vardı. şundan ki, dört kız babası olan rüstem ağaya allah bir oğlan evlat vermemiş, kendinden sonra mala mülke sahip çıkacak, soyunu sürdürecek bir oğlu olmamıştı. kahvedeki konuşmalar döner dolaşır bu konuya gelir; rüstem aganın içi burkulur, malı mülkü , varlığı konağı bir anda sıfıra inerdi gözünde. olsa ne olmasa ne, ölüp gittikten sonra el eline kalacaktı tümü.
kızları bir bir evermiş yuvadan uçurmuştu. bir tek fitnat kalmıştı evde. daha on altısındaydı fitnat. gözü gibi seviyordu fitnatı rüstem ağa. akşam olup eve geldiğinde babasını kapıda karşılıyan fitnat, yüzünde gülücüklerle sarılıyordu boynuna. elindekileri alıp, sırtındakileri çıkarmasına yardım ediyor, elini ayağını yıkaması için ibrikle su döküyor, havlusunu uzatıyordu babasına. güzelliği de dilden dile dolaşıp, dünürleri çoğalıyordu fitnatın. ama babası verimkar değildi kimseye:daha çocuk sayılır fitnatım. feracesini atalı kaç yıl oldu ki deyip savıyordu gelenleri.
günlerden bir gün, selanik yakınlarındaki mazganlı köyünden mehmet adlı bir genç alış veriş için rüstem ağanın mağazasına geldi. eline aldığı kumaşları yumaklayıp, denetliyor, fiyatlarını soruyordu kumaşların. sonunda, elbiselik, gömleklik kumaşlardan seçip, kuşağından çıkardığı kesesinden ödedi parasını. rüstem ağa ilk kez mağazasında gördüğü bu gencin nereli olduğunu, ne iş yaptığını sordu. mazganlıdanım. celeplik yapıyorum. selanik pazarına bir kaç mal getirdik arkadaşlarla . sattık. üç beş parça ihtiyacı alıp köye döneceğim. niyetim burada kalıp, bir iş tutmaktı ama, zor dedi. gencin bu içten, saf anlatımı hoşuna gitti rüstem ağanın. kendisinin de hesap kitaptan anlayan, alış veriş bilen birine ihtiyacı vardı. delikanlı adın ne? kimin kimsen var mı köyde. ne tür iş ararsın? deyince delikanlı:adım memet. dört erkek kardeşiz. anam babam da köyde yaşıyor.hesaba, kitaba aklım erer. alış-verişten anlarım deyince içinde kımıl kımıl bir şeyler kaynadı rüstem ağanın benim de böyle bir oğlum olsaydı diye geçirdi içinden. sonra da;gel çalış bu dükkanda. ekmeğin aşın, yatacak yerin benden. giysini, içeceğin kadar tütünü verir, emeğinin de hakkını öderim. delikanlı hiç beklemediği bu öneri karşısında alnında biriken terleri mendiliyle silip;daha ne isteyim ağam; sen münasip gördüysen, biz de layık olmaya çalışırız diyerek ellerine sarıldı rüstem ağanın.
gün o gün; saat o saat işe başladı memet. her geçen gün daha da ısındı işine. rüstem ağanın da günden güne gözüne daha çok girdi. lep demeden leblebiyi anlıyor; işe kendi işi gibi sarılıyordu memet. i̇lkin kumaş toplarını indirip, kaldırmakla başladı işe;sonra mağazanın tüm işlerine el attı. rüstem ağa ona baktıkça ah şu memet gibi benim de bir oğlum olsa, soyumu sopumu sürdürse diye iç geçiriyordu. akşam olunca tütün denklerinin arasına serdiği şiltelerin üstünde uyuyan memet bir tek mağaza işleriyle değil, gerektiğinde konağın işlerine de koşturuyordu. mağazaya gelen müşterilere ve çevre esnafa da kendini sevdiren memeti rüstem ağa zamanlı zamansız eve de yolluyor, ya aldığı yemeklikleri gönderiyor; ya da unuttuğu bir şeyi alıp getirmesini istiyordu. i̇şte bu gidiş gelişlerin birinde olan oldu memetle fitnat göz göze geldi. elleri ellerine deydi. çok geçmeden de kimsenin görmediği bir köşede buluşup fısıldaşır oldular. memet bir türlü durumu rüstem ağaya açamıyor, içine kapandıkça kapanıyordu. sonra, fitnatın davranışlarındaki değişikliği sezen anası sorguladı kızını. durumu öğrenince de babasına açtı meseleyi. rüstem ağanın da zaman zaman aklından geçen fitnatı memetle everme işi kendiliğinden gelişince hoşuna gitti. gülümsemeye başladı. öteki kızları nasıl yuvadan uçurduysak fitnat da bir gün gidecekti. memetten iyisi mi olacak. efendi çocuk. eli işe yatkın. namuslu çocuk. mal mülk dediğin ne ki. hepsi geçici. biz dünyadan el çekecek olsak, gözümüz arkada kalmaz deyince anası haberi fitnata uçurdu.
çok geçmeden de, memet işinden izin alarak köyüne gidip ana-babasına açtı durumu. onların da rızasını alarak, üç beş armağan yetirip kentin yolunu tuttular. rüstem ağanın hortacıdaki evinin kapısını çaldıklarında, fitnatın yüreği duracak gibiydi. al yanakları biraz daha kızarmış olarak, elleri titreyerek açtı konağın kapısını. konukları anası babası da kapıda karşıladı. konağın büyük salonuna aldılar. şuradan buradan konuşup, kahvelerini içerken allahın emriyle diye başladı memetin babası. sonra da kısmetse olur. hele bir de kızımıza danışalmı. lakin fitnat bizim evimizin şenliği. onsuz bu konağın tadı kalmaz. biz isteriz ki, oğlunuz bizimle olsun. evimizde kalsın. bize evlat olsun. kızımız da bizden kopmamış olur deyince memetin babası; niyetimiz sizinle akraba olmak. memet zaten kent yaşamına alıştı. kızınızı köye getirip de ne iş tutacak. bizim zaten üç tane gelinimiz var köyde. sizin dediğiniz gibi olsun. yeter ki mutlu olsunlar deyip söz kestiler. fitnat kız, kapı aralığından konuşulanları dinlerken sevinçten uçuyordu.
usulen kızlarıyla konuşup, sonucu bildireceklerini söylediler. konukları yolcu ettiler. i̇lkin fitnatla konuştu babası. ne desin fitnatcık.siz bilirsiniz baba. siz uygun görürseniz ben de evet derim diye görüşünü bildirdi. i̇ç güveyi alacakları için fazla beklemeyip, düğünü bir an önce yapmaya karar verdiler. nasıriçteki çiftlik evlerinde davulları çaldırıp, anlı şanlı bir düğün yapacaklardı. gençler heyecanla o günü beklerken, selaniki kabus gibi bir hastalık kasıp kavurmaya başladı. kolera dedikleri illet, bir çok canı alıp götürmeye başlamıştı. kenti karabulutlar gibi sarmıştı kolera. yalnızca selaniki değil; tüm rumeliyi sarmıştı. kimine göre selanik limanlarındaki yabancı gemilerden bulaşmıştı; kimine göre de balkanlardaki savaştan kaçıp selanike sığınan göçmenler taşımıştı kolerayı. şu bu tevatür çeşit çeşit. ama yaşam sürüyor bir yandan.
çok geçmeden iki aile yeniden bir araya gelip düğün gününü kararlaştırdılar. üç hafta içinde hazırlıklar tamamlanıp, düğün yapılacak, gençler baş göz olacaktı. konu komşudan bazıları, varsıl, saygın rüstem aganın kızını, yoksul bir gence iç güveysi olarak vermesini hoş karşılamıyordu. ama memetin dürüst ve çalışkan olduğunu, bir evlat gibi aileye gireceğini söyleyenler çoğunluktaydı. artık günleri sayıyorlardı. on beş on dört on üç. ama koleranın sarstığı selanikte, camilerde durmadan sela okunuyor, cenazeler ard arda kaldırılıyordu. kolera olmadık yerlerde, olmadık kişilerde uç gösteriyor. i̇lkin ateş, kusma, ishal; çok geçmeden de bir yatak, bir yorgan çaput gibi halsiz bırakıp, suyunu emdikten sonra da alıp götürüyordu hastayı. on iki, on bir. ama fitnatın hali hal değil. hastanede doktor fısıldadı kulağına babasının. kolera. dokuz, sekiz, yedi, üç. düğüne üç gün kala sizlere ömür! i̇lkin ateş, kusma, sonra da kesiksiz ishal ve halsizlik. aman, yaman doktor, ilaç boş! bir kuş yavrusu gibi, babasının kollarında can verdi fitnat. hortacı camiinde selası okunurken, üç gün sonraki düğüne izin vermeyen ölüme ilenen memet, caminin bir kenarına çekilmiş, bir yandan hüngür hüngür ağlıyor; öte yandan kınası yakılmamış geline bu illeti bulaştıran selanike ileniyordu.
__________________
sözleri:
çalın davulları çaydan aşağyı
mezarımı kazın dostlar belden aşağyı
suyumu da dökün boydan aşağyı
aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
al başımdan bu sevdayı götür yare ver
selanik içinde selam okunur
selanın sedası dostlar cana dokunur
gümüş kazma ile mezar kazılır
aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
al başımdan bu sevdayı götür yare ver
selanik selanik ıssız kalasın
taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın
sen de benim gibi yarsız kalasın
aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
al başımdan bu sevdayı götür yare ver