hacettepe veya odtü gibi tek yerleşkeye sahip üniversitelerin haricinde üniversite ortamını çok da yaşattırmayan mekan. mülkiye'nin önünden geçtikçe "vaay üniversite burada okunmalı" derdim ama iletişim fakültesinde o havayı pek soluyamadım. hele deniz memleketine alışkınsa bünye; sıkıntı çeker, yağmurundan tat alamaz, gece vakti bozkırı deniz zanneder...
bir ara şöyle bir şey yazmışım ankara hakkında, onu hatırladım, tanıma ekleyim dedim.
ankara
ankara
i̇nsanlar ne yapar bu havası sisli,
duvarları isli memlekette?
beklerler
herkes bekler.
mesela bebekler;
büyüyüp çocuk olmayı,
gördüklerini anlamlandırmayı,
parklarda oynamayı,
dönme dolaba binmeyi,
kuğulara ve kumrulara yem vermeyi,
törenlerde şiir okuyup alkışlanmayı
çocuklar;
abi abla olmayı,
okulu asıp kızılayda gezmeyi,
beğenilmeyi
öss çağına gelmiş abi ablalar ise;
evden uzaklaşmayı,
kendi ataları gibi bozkırın ortasına yerleşmeyip,
daha akıllıca bir iş yaparak deniz kıyısını
yurt edinenlerin diyarlarına gitmeyi
öss kara deliğinden çıktıklarında kendini ankarada bulan kavak yelli gençler;
başkenttir,öğrenci kentidir,düzenlidir,yaşamak kolaydır. diyerek geldikleri bu şehirde,
çoğunlukla kampüste pineklemek, kafelerde zehirlenmek, alışveriş merkezlerini gezip sinemaya gitmekle geçirdikleri zamanın kendilerini mutluluğa, başarıya, konfora taşımasını,
nihayetinde diplomaya kavuşup bir yerlere kapağı atmayı, öğrencilikte alıştıkları gibi hep öyle rahat, renkli bir hayat sürmeyi
diploması elinde yüz binlerce umut zengini,
gelecek fakiri gencin içinde,
657 ülkesine iltica talep edenler;
bakanlıklar muhitinde aşındırdıkları kapılardan
istikbal bulmayı
i̇stikbal bulabilenler;
yeteneklerinin bir işe yaramayacağını bilerek, mevcut kabinenin değişmemesini, en azından hükümet değişene kadar terfi alabilmeyi
terfi alabilenler;
yerlerini korumayı ve zamanı gelince iki dolmakalemin ve koca bir sümenin arkasında oturabilmeyi,
kendilerini bugüne kadar titretenleri titretmeyi
i̇ltica talepleri 657 devletince kabul edilmeyenler;
akşam hava kararınca evlerinde olabilecekleri,
hafta sonları tatil yapabilecekleri günlerin gelmesini
akşam olup da duraklara dizilenlerin içinde
kayaşa gidenler;
çankayaya giderlerse bütün huzursuzluklarının sona ereceğini zannederek,
yukarılarda yaşayacakları günün gelmesini
çankayaya gidenlerse;
tıpkı akşamları kayaşa gidenler gibi,
kendilerini mutsuz eden bütün sıkıntılardan kurtulmayı
çankayaya, kayaşa ve diğer bütün semtlere giden taşıtların sürücüleri;
öncelikle bir koltuğa rahatça uzanmayı,
ama genel olarak direksiyon başına
sadece gezinmek için geçmeyi
yılbaşı yaklaşırken,
kızılayda, soğuğa aldırmadan,
piyango kuyruklarında bekleşenler;
önce biletle, sonra ikramiyeyle buluşmayı,
beğenmedikleri hayatlarının birdenbire
kolayca değişmesini, güzelleşmesini
bilet kuyruklarının biraz berisindeki
alanda miting yapanlar;
miting sonrası eve hasarsız dönebilmeyi ve ümitsiz olsalar da attıkları sloganların gerçeğe dönüşmesini
mitingde görevli polisler;
miting sonrası eve hasarsız dönebilmeyi ve
uzunca bir süre daha miting olmamasını;
mitingde tezgâh açan simitçiler;
miting sonrası eve hasarsız dönebilmeyi ve
en kısa sürede bir miting daha olmasını;
bu miting alanının yakınındaki bakanlıklar caddesinde ülkeyi yönetenler;
kim bilir neleri
bakanlık koridorlarında koşuşturan girişimci gözüpekler;
ellerini ovuşturarak heyecanla bakanlıktan çıkacak onayları, teşvikleri
yine aynı şekilde ellerini ovuşturan taşra siyasetçileri;
ülkeye ne kadar iyi hizmet ettiklerinin,
ne kadar iyi nutuk attıklarının,
ne kadar çok dava adamını işe soktuklarının,
bu memleket için nasıl vazgeçilmez olduklarının
padişahlarınca onaylanmasını,
tebaanın çılgınca tezahüratlarını,
alacakları cülusları, ulufeleri
yetmiş yedi vilayetten ve onlara bağlı binlerce nahiyeden, bu iş burada bitmez diyerek atlayıp gelen avukatlar;
bakanlıkların biraz berisindeki yargıtayda yada yakınındaki danıştayda ter döktükten sonra,
memleketlerine yaa, gördünüz mü ben haklıydım diyerek dönebilmeyi
yargıtayın biraz yukarısında,
sefaretler muhitindeki sefirler;
daha konforlu, daha müreffeh bir ülkede
misafir olmayı
ulucanlarda, mamakta ve diğer cezaevlerinde hapsolanlar, unutulanlar;
günlerin, ayların ve yılların çabucak geçmesini,
yine eskisi gibi normal, özgür
ve sıradan bir insan olmayı
taşrada görev yapan ama gözü yükseklerde olan yüz binlerce memur ankaraya gelmeyi beklerken,
ankaraya çoktan gelmiş ve bu yüz binlerin arasından yükseklere çıkabilmiş olan yüzlercesi ise;
bir an evvel emekli olup, yaylalara veya
havası yumuşak memleketlere, çocuklarının yanına gitmeyi, son demlerini torunlarıyla geçirmeyi
aşti̇nin içinden, anadolunun geniş ve çorak sınırsızlığına bakanlar;
sevdiklerini getirecek otobüsün bir an evvel
ufukta belirmesini
telaşla uzaklaşan otobüslere el sallayanlar;
gidenlerin bir an evvel dönmesini
kendilerine el sallayan olmadan,
sessiz sedasız gidenlerse;
bu suskun gidişin ardından muhteşem bir dönüş yapmayı
herkes;
aralık ayında güneşin çıkmasını,
mayısta kırkikindi yağmurlarının dinmesini,
hafta sonunun gelmesini,
aybaşının gelmesini,
çiçeklerin açmasını,
gecenin geçmemesini
geçen yetmiş, seksen yılın ardından hala bir yere gidemeyenler, gitmeye cesaret edemeyenler;
geçmişleriyle, ankaranın puslu ikindilerinde,
huzur veren parklarında geçmişleriyle buluşarak,
ve de hesaplaşarak,
huzurlu bir ölümü
bu dedelerin, ninelerin yeni doğan torunları;
çocuk olup parklarda oynamayı,
kuğulara, kumrulara yem vermeyi
çocuklar;
abi abla olmayı
bekler.
yani insanlar hep bekler ankarada.
neden mi?
çünkü yaşam zorakidir ankarada.
mecburen yaşanılır.
yaşamdan keyif alınıyormuş gibi yapılır.
güneş görmeyen evlerden hiç çıkmayarak,
park yada kafeler arası mekik dokuyarak yaşamak,
keyifli gibidir ve kimse söylemese de
herkes bunun böyle olmadığını bilir.
i̇şte bu yüzden insanlar, bir yerlere dönmek yada bir yerlere geçmek için beklerler hep ankarada;
i̇ster yaşamak, ister ölmek için
sigara tadı bıraktı bende ankara.
adı ister denizsizlik olsun, ister başka bir şey
ufku bir sınırsızlığa açılamadığı için,
ve dahi herkes,
beklediği için;
dönmeye,
yani terk etmeye karar verdiğimde ve böylece
ankarayla birbirimizi affettiğimiz zamanlarda,
kalbimin tam ortasında hissettiğim dostlarla,
geceden sabaha ağız dolusu güldüğüm
ve egeden gelen, kavrulan yüzümü serinleten tatlı bir imbata kendimi bırakıp, etrafa şaşkınlık içinde ama severek ve sevinerek, en saf haliyle yaşayarak baktığım anları saymazsak;
hücrelerimde hissederek
yaşayamadım ben hiç ankarada
bir ara şöyle bir şey yazmışım ankara hakkında, onu hatırladım, tanıma ekleyim dedim.
ankara
ankara
i̇nsanlar ne yapar bu havası sisli,
duvarları isli memlekette?
beklerler
herkes bekler.
mesela bebekler;
büyüyüp çocuk olmayı,
gördüklerini anlamlandırmayı,
parklarda oynamayı,
dönme dolaba binmeyi,
kuğulara ve kumrulara yem vermeyi,
törenlerde şiir okuyup alkışlanmayı
çocuklar;
abi abla olmayı,
okulu asıp kızılayda gezmeyi,
beğenilmeyi
öss çağına gelmiş abi ablalar ise;
evden uzaklaşmayı,
kendi ataları gibi bozkırın ortasına yerleşmeyip,
daha akıllıca bir iş yaparak deniz kıyısını
yurt edinenlerin diyarlarına gitmeyi
öss kara deliğinden çıktıklarında kendini ankarada bulan kavak yelli gençler;
başkenttir,öğrenci kentidir,düzenlidir,yaşamak kolaydır. diyerek geldikleri bu şehirde,
çoğunlukla kampüste pineklemek, kafelerde zehirlenmek, alışveriş merkezlerini gezip sinemaya gitmekle geçirdikleri zamanın kendilerini mutluluğa, başarıya, konfora taşımasını,
nihayetinde diplomaya kavuşup bir yerlere kapağı atmayı, öğrencilikte alıştıkları gibi hep öyle rahat, renkli bir hayat sürmeyi
diploması elinde yüz binlerce umut zengini,
gelecek fakiri gencin içinde,
657 ülkesine iltica talep edenler;
bakanlıklar muhitinde aşındırdıkları kapılardan
istikbal bulmayı
i̇stikbal bulabilenler;
yeteneklerinin bir işe yaramayacağını bilerek, mevcut kabinenin değişmemesini, en azından hükümet değişene kadar terfi alabilmeyi
terfi alabilenler;
yerlerini korumayı ve zamanı gelince iki dolmakalemin ve koca bir sümenin arkasında oturabilmeyi,
kendilerini bugüne kadar titretenleri titretmeyi
i̇ltica talepleri 657 devletince kabul edilmeyenler;
akşam hava kararınca evlerinde olabilecekleri,
hafta sonları tatil yapabilecekleri günlerin gelmesini
akşam olup da duraklara dizilenlerin içinde
kayaşa gidenler;
çankayaya giderlerse bütün huzursuzluklarının sona ereceğini zannederek,
yukarılarda yaşayacakları günün gelmesini
çankayaya gidenlerse;
tıpkı akşamları kayaşa gidenler gibi,
kendilerini mutsuz eden bütün sıkıntılardan kurtulmayı
çankayaya, kayaşa ve diğer bütün semtlere giden taşıtların sürücüleri;
öncelikle bir koltuğa rahatça uzanmayı,
ama genel olarak direksiyon başına
sadece gezinmek için geçmeyi
yılbaşı yaklaşırken,
kızılayda, soğuğa aldırmadan,
piyango kuyruklarında bekleşenler;
önce biletle, sonra ikramiyeyle buluşmayı,
beğenmedikleri hayatlarının birdenbire
kolayca değişmesini, güzelleşmesini
bilet kuyruklarının biraz berisindeki
alanda miting yapanlar;
miting sonrası eve hasarsız dönebilmeyi ve ümitsiz olsalar da attıkları sloganların gerçeğe dönüşmesini
mitingde görevli polisler;
miting sonrası eve hasarsız dönebilmeyi ve
uzunca bir süre daha miting olmamasını;
mitingde tezgâh açan simitçiler;
miting sonrası eve hasarsız dönebilmeyi ve
en kısa sürede bir miting daha olmasını;
bu miting alanının yakınındaki bakanlıklar caddesinde ülkeyi yönetenler;
kim bilir neleri
bakanlık koridorlarında koşuşturan girişimci gözüpekler;
ellerini ovuşturarak heyecanla bakanlıktan çıkacak onayları, teşvikleri
yine aynı şekilde ellerini ovuşturan taşra siyasetçileri;
ülkeye ne kadar iyi hizmet ettiklerinin,
ne kadar iyi nutuk attıklarının,
ne kadar çok dava adamını işe soktuklarının,
bu memleket için nasıl vazgeçilmez olduklarının
padişahlarınca onaylanmasını,
tebaanın çılgınca tezahüratlarını,
alacakları cülusları, ulufeleri
yetmiş yedi vilayetten ve onlara bağlı binlerce nahiyeden, bu iş burada bitmez diyerek atlayıp gelen avukatlar;
bakanlıkların biraz berisindeki yargıtayda yada yakınındaki danıştayda ter döktükten sonra,
memleketlerine yaa, gördünüz mü ben haklıydım diyerek dönebilmeyi
yargıtayın biraz yukarısında,
sefaretler muhitindeki sefirler;
daha konforlu, daha müreffeh bir ülkede
misafir olmayı
ulucanlarda, mamakta ve diğer cezaevlerinde hapsolanlar, unutulanlar;
günlerin, ayların ve yılların çabucak geçmesini,
yine eskisi gibi normal, özgür
ve sıradan bir insan olmayı
taşrada görev yapan ama gözü yükseklerde olan yüz binlerce memur ankaraya gelmeyi beklerken,
ankaraya çoktan gelmiş ve bu yüz binlerin arasından yükseklere çıkabilmiş olan yüzlercesi ise;
bir an evvel emekli olup, yaylalara veya
havası yumuşak memleketlere, çocuklarının yanına gitmeyi, son demlerini torunlarıyla geçirmeyi
aşti̇nin içinden, anadolunun geniş ve çorak sınırsızlığına bakanlar;
sevdiklerini getirecek otobüsün bir an evvel
ufukta belirmesini
telaşla uzaklaşan otobüslere el sallayanlar;
gidenlerin bir an evvel dönmesini
kendilerine el sallayan olmadan,
sessiz sedasız gidenlerse;
bu suskun gidişin ardından muhteşem bir dönüş yapmayı
herkes;
aralık ayında güneşin çıkmasını,
mayısta kırkikindi yağmurlarının dinmesini,
hafta sonunun gelmesini,
aybaşının gelmesini,
çiçeklerin açmasını,
gecenin geçmemesini
geçen yetmiş, seksen yılın ardından hala bir yere gidemeyenler, gitmeye cesaret edemeyenler;
geçmişleriyle, ankaranın puslu ikindilerinde,
huzur veren parklarında geçmişleriyle buluşarak,
ve de hesaplaşarak,
huzurlu bir ölümü
bu dedelerin, ninelerin yeni doğan torunları;
çocuk olup parklarda oynamayı,
kuğulara, kumrulara yem vermeyi
çocuklar;
abi abla olmayı
bekler.
yani insanlar hep bekler ankarada.
neden mi?
çünkü yaşam zorakidir ankarada.
mecburen yaşanılır.
yaşamdan keyif alınıyormuş gibi yapılır.
güneş görmeyen evlerden hiç çıkmayarak,
park yada kafeler arası mekik dokuyarak yaşamak,
keyifli gibidir ve kimse söylemese de
herkes bunun böyle olmadığını bilir.
i̇şte bu yüzden insanlar, bir yerlere dönmek yada bir yerlere geçmek için beklerler hep ankarada;
i̇ster yaşamak, ister ölmek için
sigara tadı bıraktı bende ankara.
adı ister denizsizlik olsun, ister başka bir şey
ufku bir sınırsızlığa açılamadığı için,
ve dahi herkes,
beklediği için;
dönmeye,
yani terk etmeye karar verdiğimde ve böylece
ankarayla birbirimizi affettiğimiz zamanlarda,
kalbimin tam ortasında hissettiğim dostlarla,
geceden sabaha ağız dolusu güldüğüm
ve egeden gelen, kavrulan yüzümü serinleten tatlı bir imbata kendimi bırakıp, etrafa şaşkınlık içinde ama severek ve sevinerek, en saf haliyle yaşayarak baktığım anları saymazsak;
hücrelerimde hissederek
yaşayamadım ben hiç ankarada