bediüzzaman'ın 1920'li yılların başında arada sırada istanbul'da sinemaya gittiği bilinir.
''ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, i̇stanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. hayalim dedi ki: madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. onlar da cenazelerdir, geziyorlar. (lemalar, sayfa-237)''
fakat risale-i nur'larda doğrudan sinema hakkında herhangi bir değerlendirme yok.
bediüzzaman'ın genel olarak sanat ve tasvir hakkındaki fikirleri sinema için de değerlendirilip kabul görmüş.
misal;
''batıl şeyleri iyice tasvir, sâfi zihinleri idlaldir.'' (idlal: delalete düşürme. mektubat, sayfa-455)
''edeb ve belâgat, tesir-i üslûp itibâriyle ya hüzün verir, ya neşe verir. hüzün ise, iki kısımdır: ya fakdü'l-ahbabdan gelir, yani ahbabsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki, dalaletalud, tabiatperest, gafletpişe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür. i̇kinci hüzün, firaku'l-ahbabdan gelir. yani ahbab var; firâkında müştâkàne bir hüzün verir. i̇şte şu hüzün, hidâyetedâ, nurefşân kur'ân'ın verdiği hüzündür. ammâ neşe ise, o da iki kısımdır: birisi, nefsi hevesâtına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe'nidir(*).'' (sözler , sayfa 374)
sanatın ve edebiyatın dolayısıyla da sinemanın 'nefsi hevesatı teşvik eden' türlerini gaflet ve delalet olarak görüyor.
bu sözlerin hakikatini her film seyrettiğimizde tekrar tekrar müşahede ediyoruz.
fakat eserin nefsi hevasata teşvik etmesi 'sanatın' reddi anlamına gelmemeli.
zira yine 'hakk' olan bir kavram dahi nefse alet edilebilir.
imam gazali'nin müzik hakkındaki fikirlerini de bu minvalde değerlendirebiliriz.
(bkz:[entry]386649[/entry])
''ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, i̇stanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. hayalim dedi ki: madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. onlar da cenazelerdir, geziyorlar. (lemalar, sayfa-237)''
fakat risale-i nur'larda doğrudan sinema hakkında herhangi bir değerlendirme yok.
bediüzzaman'ın genel olarak sanat ve tasvir hakkındaki fikirleri sinema için de değerlendirilip kabul görmüş.
misal;
''batıl şeyleri iyice tasvir, sâfi zihinleri idlaldir.'' (idlal: delalete düşürme. mektubat, sayfa-455)
''edeb ve belâgat, tesir-i üslûp itibâriyle ya hüzün verir, ya neşe verir. hüzün ise, iki kısımdır: ya fakdü'l-ahbabdan gelir, yani ahbabsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki, dalaletalud, tabiatperest, gafletpişe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür. i̇kinci hüzün, firaku'l-ahbabdan gelir. yani ahbab var; firâkında müştâkàne bir hüzün verir. i̇şte şu hüzün, hidâyetedâ, nurefşân kur'ân'ın verdiği hüzündür. ammâ neşe ise, o da iki kısımdır: birisi, nefsi hevesâtına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe'nidir(*).'' (sözler , sayfa 374)
sanatın ve edebiyatın dolayısıyla da sinemanın 'nefsi hevesatı teşvik eden' türlerini gaflet ve delalet olarak görüyor.
bu sözlerin hakikatini her film seyrettiğimizde tekrar tekrar müşahede ediyoruz.
fakat eserin nefsi hevasata teşvik etmesi 'sanatın' reddi anlamına gelmemeli.
zira yine 'hakk' olan bir kavram dahi nefse alet edilebilir.
imam gazali'nin müzik hakkındaki fikirlerini de bu minvalde değerlendirebiliriz.
(bkz:[entry]386649[/entry])