''hikayenin sonunda,mecnun leyla'ya derki:eğer sen leyla'ysan içindeki kim...?eğer içimdeki leyla'ysa,sen kimsin...?''
bir kız vardı... devrimcidervişti bir zamanlar. hep böyle hayaller kurardı. böyle temiz hayaller.
henüz kızmadaydı "ama hz. hatice de efendimiz' e önce açılmıştı" diyen kızlara.
belki en güzel o aşık olurdu aşık olmasına ama, ona göre aşk hiç düşünülmemiş birşeydi. ya da girilmemiş bir deniz. girmeye korktuğu... çünkü aşk kelimesi çok helal biçimde cereyan etmemişti etrafında... aşık olamazdı bu kız, ol(a)mazdı. üniversitede günahlara yaklaşmamak için semazen gibi dönerken ve herkesin etekleri,pardesüleri pantolon olmuşken, örtüleri peruk, hatta kendi saçları olmuşken... gözleri sürmeli, dudakları boyalı olmaya başlamışken herkesin. titriyordu değişmemek için... ve geziniyordu etrafta aklında diyaloglar dönerek:
"-alo neslican. burda şuan kimse erkeklerden çekinmiyor. ben çekinmeye devam edeyim mi?
-devam et. korkma."
gibi cümleler yazıyordu defterine.
bir tek o kalmıştı sanki değişmeyen. değişmek, elbetteki sadece fiziksel birşey değildi. en kötüsü de zaten içteki değişim değil miydi? kız ihldeki sıcak yuvasını kurmaya çalışıyordu, ama yanılıyordu. hal böyle olunca da, ertesi gün kapıda buluyordu kendini. yani kendi olmaya çalıştıkça, kendini belli ettikçe... ne de olsa onun için dostluk sevdiceğine mesaj atması için arkadaşına telefonunu vermek değildi. ya da arkadaşını idare etmek böyle bilumum durumlarda. ona destek çıkmak... ama mesele arkadaşının mutluluğuysa, elbette susar, köşesine çekilirdi.
onun için dostluk böyle durumlarda "bir hata yapma. biraz daha düşün." demek mi olabilirdi? hayır aslında. "yapmasan" olabilirdi. sonra da işte kendini kapının önünde bulurdu. ama yine de direnirken, haklı olduğunu düşünerek, farkedemezdi yalnızlaştığını gizliden gizliye. "herşey naylondandı o kadar" diyorya şair, herşey naylondanken, birgün kıza allah'ın elleri dokunmuş. kız da aşık olmuş. hem de allah'ı sevmeyen birine...
aslında başta anlayamamış. herhalde bana öyle geldi demiş... aşık olduğunu sanmak diye birşey de var olsa gerek demiş. bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa sonraki gün unuturum demiş. geçer demiş. günler günleri kovalamış ama geçmemiş.
onun için aşk kelimesi dahi meseleyken, hal bir de böyle olunca... gitgide içine kapanmış. kimseye birşey söyleyememiş, arkadaşlarına bile. sen de demiş, sen de onlar gibiymişsin. bir farkın yokmuş diğerlerinden... sen de değişirmişsin. o herkesin ümit kesmeyeceği, gözlerine duyguyla bakıp "sen sakın değişme. olur mu?" dedikleri sen... seni de içine alırmış o çark. üniversite? bu muymuş kızların kapısında ağladığı şey?
halbuki bilmemişti, "her platonik aşk, devrim için atılmış bir adımdır." kimse bilmemişti gözleri neden dolar, neden susmuştur bu kadar? dualar etmiş, şair olmuştu... duaların kollarına bırakmıştı kendini. "benim yüreğime o'nu koyan allah, onun yüreğine de beni koyar hayırlıysa..." o ol der ve o şey olur... o ol demeden de taş yerinden oynamaz. bilmezdi ki, kız her namazda sehiv secdesi yapıp dururken, allah onu aslında daha da kendine çağırmakta? bilmezdi ki o'na yakınlaşmakta... mecnun'dan geçmekte ve hiç olmakta...
bilmezdi ki, aşkını söylemeden ölene 100 şehit sevabı bile varmış...
"sen aşkı pervaneden öğren, o yanığın canı çıktı, sesi çıkmadı" diyen ne de haklıymış...