bilge kral aliya izeet begoviç'e
vücudunun daha yirmi dört yaşında bir delikanlıyken hapislerde aldığı yarayla şimdi, seksen yaşında ölüyorsun. ne tuhaf, ne güzel, insana ilham verecek kadar iç burkucu ve üstün bir ölüm bu.
sana komutanım diye seslenmeyi ne çok isterdim!
avusturya'nın güneyinde, bir zamanlar viyana'ya doğru kır gezisine çıkan osmanlı atlılarının dinlendiği vadileri, o yemyeşil islam vadilerini şimdi üç yüz yıl sonra küfre karşı tam bir islam delikanlısı gibi çarpışarak savundun ve düşmanlarını çatlatacak kadar dimdik bir ölümle ölüyorsun şimdi. başındaki o bordo komando beresiyle, cesaretin en tepesinden aşağılara bakarken ne de yakışıklı bir adamdın. tank onlardaydı; ama siyah tank beresi senin başındaydı. hayır tuhaflık burada değildi. tuhaflık, tankın onlarda, namlunun ise senin omuzlarında olmasıydı. tankın onlarda, cesur bükülmezliğin mühimmatının da senin elinde olmasıydı. tuhaflık, mitralyözün onlarda, fakat tetiğe dokunan çelik işaret parmağının sende olmasıydı. tuhaflık mıydı bu kadar cesaret? bir bereyle, çıplak bir bereyle bir halkın kurtuluşunu göze almak ne ve nasıl bir aldırmazlığın inancıydı? hasımlarına sorulacak olursa tuhaflıktı bu evet;ama bize sorulsa, yalnızca bir alçakgönüllülüğüydü onun, deriz.
ne tuhaf bir genişlik, insanın içine ne kadar garip bir kır genişliği veriyordu senin dik başlılığın! büyük bir düzenli ordunun bayrağına karşı senin, yetmiş beş yaşında bir komando beresiyle dikilip kalman tuhaftı evet. kar, sarp bir kayalığa yağar gibi yağıyordu senin suratına. toprağının sık ormanlarında geçitlerden, siperlerden geçip yürütürken, toprağının yamaçlarını bir cepheye doğru tırmanırken, bir garnizona doğru inerken, omuzlarına tıpkı o külhanbeyi ataların gibi aldığın apoletli parka için, şimdi sana komutanım, komutanım, niçin ölüyorsun! bizi niçin bırakıyorsun! diye sormak isterdim.
büyük bir ihtimalle yüzüne bir imparatorluk gibi yayılmış o gülümseyişinle yattığın o tabutta elini senden habersiz öpebilmek ne büyük bir saadet olurdu benim için. benim için ve milyonlarca kardeşin için. ve komutanım, güle güle diyebilmek ne büyük bir ayrıcalık olurdu.
ama, madem ki bosna göklerinde ezan- ı muhammedi en çok senin yüzünden, senin inadın yüzünden, senin bu safkan delikanlılığın yüzünden yankılanıyor şimdi, madem ki şimdi bosna toprağımız en çok senin yüzünden ramazan-ı şerife erişecek, saray-bosna madem ki en çok senin yüzünden birkaç gün sonra bir şehrayin ile dirilecek, madem ki bosna'nın göklere yükselmiş minarelerinden senin salalarını bile senin sayende okunacak, madem ki bizi dünyanın çirkefinin üstünde birdenbire filiz verip boy atan bu diriliş sürgününe sen alıştırdın; madem ki gidecek insanlık yolu arayan milyonlarca kardeşimiz gibi bize de bir yolu ilham ettin ve heyecandan yüreklerimizi ağzımıza geldi, şimdi ağzımıza kadar gelmiş yüreklerimizi yutkunup sormak hakkımızdır:nereye gidiyorsun! sana bir kere bile komutanım! diye demeden nereye?
acımız bir kata daha artıran bilge'nin kurtarıp kurduğun bosna'nın bir gün dağılmış, parçalanmış bir kalbin atışıyla yaşamak zorunda bırakılmış oluşudur. kim tarafından? dünya sisteminin güç odakları tarafından elbette. evet, parçalanmış bir kalbin. onun şimdiki acısı buradan kaynaklanmaktadır. ama acıyan, sancıyan yaşıyor demektir. değil midir? türkiye'de acı var mı? sancı var mı? bosna'ya acıyı öğreten şey yaşamayı da öğretecektir elbet. kader ona da dokunaklı bir bocalamayla ayaklarının üstünde durmaya çalışan bir yavru gibi yürümeyi elbet öğretecektir. dünya sistemi bosna'nın, rusya'nın güney slav mihverinden kopmasına ses etmedi. ama aynı zamanda bir daha ayağa kalkamayacak kadar kan kaybetmesini de dikkatle sağlamadı mı? şuur kaybına sebep olacak kadar kan kaybetmesine dikkat etmedi mi? her yerde aynı taktiği uygulamıyor mu? nerede bir canlılık varsa uluslararası sistem/siyonizm oraya virüslerini sokmuyor mu? orada bir kırım yap(tır)mıyor mu? bosna'da da öyle oldu işte.
ama yaşamayacak diyenlerin şom ağızları açık kalacaktır. çünkü savaşta öyle oldu. uluslar arası kızıl tugayların 1930'larda ispanya'da gerçekleştiremediklerini, dünyanın dört bir yanından gelen delikanlılar bosna'da gerçekleştirdiler. niye saklayalım. iran'dan katar'a, libya'dan sudan'a kadar bir çok islam ülkesi olaya müdahil oldu. silah ve savaşçı gönderdi. çok iyi oldu. dünyanın üçüncü büyük ordusu olduğu söylenen sırp ordusuna karşı birkaç ayda gerillalaşan ve yine birkaç ayda milletleşen bosna, ömrü boyunca bu iş için yaşamış, ömrü boyunca bu rüyayı görmüş bir delikanlısının sayesinde kurtuldu. ona komutan! diyelim. savaşçılarının bir zamanlar konuştuğu bütün dillerde!
selahattin yusuf
gerçek hayat dergisi
24-31 ekim 2003
vücudunun daha yirmi dört yaşında bir delikanlıyken hapislerde aldığı yarayla şimdi, seksen yaşında ölüyorsun. ne tuhaf, ne güzel, insana ilham verecek kadar iç burkucu ve üstün bir ölüm bu.
sana komutanım diye seslenmeyi ne çok isterdim!
avusturya'nın güneyinde, bir zamanlar viyana'ya doğru kır gezisine çıkan osmanlı atlılarının dinlendiği vadileri, o yemyeşil islam vadilerini şimdi üç yüz yıl sonra küfre karşı tam bir islam delikanlısı gibi çarpışarak savundun ve düşmanlarını çatlatacak kadar dimdik bir ölümle ölüyorsun şimdi. başındaki o bordo komando beresiyle, cesaretin en tepesinden aşağılara bakarken ne de yakışıklı bir adamdın. tank onlardaydı; ama siyah tank beresi senin başındaydı. hayır tuhaflık burada değildi. tuhaflık, tankın onlarda, namlunun ise senin omuzlarında olmasıydı. tankın onlarda, cesur bükülmezliğin mühimmatının da senin elinde olmasıydı. tuhaflık, mitralyözün onlarda, fakat tetiğe dokunan çelik işaret parmağının sende olmasıydı. tuhaflık mıydı bu kadar cesaret? bir bereyle, çıplak bir bereyle bir halkın kurtuluşunu göze almak ne ve nasıl bir aldırmazlığın inancıydı? hasımlarına sorulacak olursa tuhaflıktı bu evet;ama bize sorulsa, yalnızca bir alçakgönüllülüğüydü onun, deriz.
ne tuhaf bir genişlik, insanın içine ne kadar garip bir kır genişliği veriyordu senin dik başlılığın! büyük bir düzenli ordunun bayrağına karşı senin, yetmiş beş yaşında bir komando beresiyle dikilip kalman tuhaftı evet. kar, sarp bir kayalığa yağar gibi yağıyordu senin suratına. toprağının sık ormanlarında geçitlerden, siperlerden geçip yürütürken, toprağının yamaçlarını bir cepheye doğru tırmanırken, bir garnizona doğru inerken, omuzlarına tıpkı o külhanbeyi ataların gibi aldığın apoletli parka için, şimdi sana komutanım, komutanım, niçin ölüyorsun! bizi niçin bırakıyorsun! diye sormak isterdim.
büyük bir ihtimalle yüzüne bir imparatorluk gibi yayılmış o gülümseyişinle yattığın o tabutta elini senden habersiz öpebilmek ne büyük bir saadet olurdu benim için. benim için ve milyonlarca kardeşin için. ve komutanım, güle güle diyebilmek ne büyük bir ayrıcalık olurdu.
ama, madem ki bosna göklerinde ezan- ı muhammedi en çok senin yüzünden, senin inadın yüzünden, senin bu safkan delikanlılığın yüzünden yankılanıyor şimdi, madem ki şimdi bosna toprağımız en çok senin yüzünden ramazan-ı şerife erişecek, saray-bosna madem ki en çok senin yüzünden birkaç gün sonra bir şehrayin ile dirilecek, madem ki bosna'nın göklere yükselmiş minarelerinden senin salalarını bile senin sayende okunacak, madem ki bizi dünyanın çirkefinin üstünde birdenbire filiz verip boy atan bu diriliş sürgününe sen alıştırdın; madem ki gidecek insanlık yolu arayan milyonlarca kardeşimiz gibi bize de bir yolu ilham ettin ve heyecandan yüreklerimizi ağzımıza geldi, şimdi ağzımıza kadar gelmiş yüreklerimizi yutkunup sormak hakkımızdır:nereye gidiyorsun! sana bir kere bile komutanım! diye demeden nereye?
acımız bir kata daha artıran bilge'nin kurtarıp kurduğun bosna'nın bir gün dağılmış, parçalanmış bir kalbin atışıyla yaşamak zorunda bırakılmış oluşudur. kim tarafından? dünya sisteminin güç odakları tarafından elbette. evet, parçalanmış bir kalbin. onun şimdiki acısı buradan kaynaklanmaktadır. ama acıyan, sancıyan yaşıyor demektir. değil midir? türkiye'de acı var mı? sancı var mı? bosna'ya acıyı öğreten şey yaşamayı da öğretecektir elbet. kader ona da dokunaklı bir bocalamayla ayaklarının üstünde durmaya çalışan bir yavru gibi yürümeyi elbet öğretecektir. dünya sistemi bosna'nın, rusya'nın güney slav mihverinden kopmasına ses etmedi. ama aynı zamanda bir daha ayağa kalkamayacak kadar kan kaybetmesini de dikkatle sağlamadı mı? şuur kaybına sebep olacak kadar kan kaybetmesine dikkat etmedi mi? her yerde aynı taktiği uygulamıyor mu? nerede bir canlılık varsa uluslararası sistem/siyonizm oraya virüslerini sokmuyor mu? orada bir kırım yap(tır)mıyor mu? bosna'da da öyle oldu işte.
ama yaşamayacak diyenlerin şom ağızları açık kalacaktır. çünkü savaşta öyle oldu. uluslar arası kızıl tugayların 1930'larda ispanya'da gerçekleştiremediklerini, dünyanın dört bir yanından gelen delikanlılar bosna'da gerçekleştirdiler. niye saklayalım. iran'dan katar'a, libya'dan sudan'a kadar bir çok islam ülkesi olaya müdahil oldu. silah ve savaşçı gönderdi. çok iyi oldu. dünyanın üçüncü büyük ordusu olduğu söylenen sırp ordusuna karşı birkaç ayda gerillalaşan ve yine birkaç ayda milletleşen bosna, ömrü boyunca bu iş için yaşamış, ömrü boyunca bu rüyayı görmüş bir delikanlısının sayesinde kurtuldu. ona komutan! diyelim. savaşçılarının bir zamanlar konuştuğu bütün dillerde!
selahattin yusuf
gerçek hayat dergisi
24-31 ekim 2003