müslümanların çıldırtan sessizliği – dertli sözlük
değerli bir üstadın soma faciası sonrası kaleme aldığı ülkemiz müslümanlarının son yıllardaki içler acısı durumunu da ortaya koyan yazısıdır. istifadenize sunulur:


günlüğüme kocaman puntolarla kaydettim: 300 insan katledildi ve biz susuyoruz.

müslümanlar suskun, konuşamıyorlar, bu suskunluğun bir yanı acı, diğer yanı ise feci bir hakikat karşısında ne söyleyeceğini bilememe hali.

i̇nsanın hakk-ı hayatının hiçe sayıldığı ülkemde hakkı söyleyebilmek ateşten kor tutmak gibi. en ufak tenkidi bile istismar ilan eden muktedir düşünce artık kendinden başka hiçbir şeyi duymak istemiyor. kader'i ihmaller silsilesinde zincirin başına yerleştirip bir tekme de o atıyor.

koca bir belde için kıyamet çoktan kopmuş, feryat ederken matemini yutmanı istiyor, kendisi gibi nizami olarak "resmî yas" tutmanı istiyor.

"sorumlular kimse bulunsun" diye klişelerle vicdanını rahatlanman gerekiyor, her felaketten sonra ne de olsa bir günah keçisi bulunmuştur. failler heyeti ortaya çıkmazsa günahkar aslında mağdurdur.

allah'ın verdiği aklı kullanmamak için "komplo, sabotaj, kirli plan" gibi hikayelere iman etmen bekleniyor.

sadece düştüğü yeri değil iki asır avrupa'yı kavurmuş olan işçinin çektiği eziyeti ve ettiği kavgayı "ekmek parasına" hapsetmen gerekiyor. "evine ekmek götürüyordu, kazaya kurban gitti". dikkat! : "kaza" ve "kurban"! burada da buna iman etmen gerekiyor.

ne de olsa sivil toplumumuz yok, sendikamız yok, eli kanlı bekasına dua ettiğimiz devletimiz var. allah zeval vermesin zira biz bu felaketleri düşünmeyelim ve kafamız rahat etsin.

babası, çocuğu, kocası, amcası ve belki de hepsini kaybetmiş insanlara temkinden, itidalden bahsedeceğiz. kader'e bizim gibi inansın diye teselli vereceğiz. herkes gidecek ve o cenazelerle birlikte mezara girecek ya da madene.

trafo patladı, dinamit patladı, grizu patladı. i̇nsanlık patladı, insana dair ne değer varsa infilak etti.

"yaşam odası yok!" çünkü insanın sadece işgücü olarak bir kıymeti var, insan hayatı henüz ucuz. kanunen bu zorunluluk gerçekten yok. yokmuş.

bu işin fıtratında ölüm yok, böyle ölüm "olağan" değildir. acilen gerçeklere ihtiyacımız var.

bugün cuma hutbesinde ölüm hakikatini ve sabrı dinledik. özgürlükler konusunda olduğu gibi devletimizin resmi görüşüne uymayan "zındık"ların tekfir töreni yapılsa yeriydi. cebriyyeye doğru meylettik böylece.

bazı kalem erbabı yaşanan bu büyük felaketin pardon cinayetin kırk bin teville nasıl olup da iktidara rağmen gerçekleştiğini yazacaklar.

mecliste "milli irade" 20 gün önceden bu felaketin araştırılmasını istemezken insanlar gerçekten hesap gününe inancını kaybetmeye başlamış olacak.

bir hafta sonra ülke asli gündemine dönecek, istihbarat servisinin yeni şecaatlerini dinleyecek, seçim sath-ı mailinde yeni gerginlikleri onlar adına biz yaşayacağız.

müslümanlar konuşamıyor, kaderle iktidarın söyledikleri arasında kalmış vaziyetteder.

muharrem abini sıkça hatırlattığı hrant'ın karısı rakel dink'e ait olan "bir bebekten katil çıkaran karanlık düzen" sözü devlet için "mazlumdan zalim yaratan mekanizma" şeklinde tanımlanabilir.

bizim aslında bütün şerbetimiz mazlum olmakmış. bütün ideoloji zulüm gören garibanların bir gün iktidar olduğunda yapacaklarından ibaretmiş.

gerçekten roboski'nin ankara'nın karanlık dehlizlerinde "önlenemez hata"ya dönüşmesi bu mekanizmanın en tabi delili olmalı.

bu ülkede "yeni anayasa", "yeni türkiye" diye birbirimize uzun yalanlar söylediğimiz devrenin ardından nihayet hakikat bir kez daha yüzümüze çarptı.

her şeyiyle merkeziyetçi, ceberrut devlet "her şeye ben karar veririm; dine, doğruya, acıya, bilgiye, adalete" dedi, karşı çıkanlarımız hain oldular, davayı satmış sayıldılar.

müslümanların çıldırtan sessizliği pek çok şeyi söylüyor. ve maalesef en acısı iktidar nimetlerinin şükranı arasında ertelenmiş ve gizlenmiş hakikatlerimiz kayboluyor.

bugün değilse ne zaman?

acımıza bile karışan devletlûlar, isyanımızı yutmamızı istiyor. bütün insan hakları belgelerini ortaya çıkaran büyük felaketlerdir. bizde felaketler ancak cinneti pekiştiriyor.

acıyı konuşmanın zamanıdır, ölüm siyasetlerin en ağırıdır. konuşmazsak razıyız demektir.

"birlik olalım, millet olalım" mesajları aslında "tek tip olalım, bu konuda şöyle düşünelim" diyor.

300 canın hesabı bu dünyada verilemeyecek mi?

"unutursak kalbimiz kurusun" diyeceğim ama neleri unutmadık ki"

allah'ım bizleri dinde şahitler kıl, mazlumlara sahip çıkanlardan eyle, zalimlere râm eyleme, kininden ötürü adaletten ayrılanlardan etme.


(http://yevmuncedid.blogspot.com.tr/2014/05/muslumanlarn-cldrtan-sessizligi.html)
yazıyı tekrar okudum, acaba gerçekten öfke sarmalında yazılmış ne dediğini bilmeyen kaset gibi "vıdı vıdı" modunda bir eleştiri mi diye; yine öyle bir hissiyat bulamadım.

yazıdan fışkıran en büyük his "acı" ve yazı büyük bir isyanın yazısı. yazıda sistemin geneline bir eleştiri vurayım, sistemdeki aksaklıkları ortaya koyayım, bu konularda politik görüşümü de belirteyim ve sistemdekiler dersini alsınlar; hatta yetmez bir de çözümlerini sunayım çünkü benim bloğumu 77 milyon okuyor vb. bir amaç yok. yazının amacı da konusu da başlığında belirtilmiş zaten, müslümanların bu süreçlerdeki sessizliğini eleştiriyor ve sonunda da olması gerekeni yazıyor. bunu yaparken de hali̇yle de örnekleri sistemin işleyişinden örnekler veriyor; çünkü müslümanların sessizliği tam da bu noktada!

bunu görüp de, kendi basmakalıp "yazı nasıl olmalıdır?" planına uymuyor diye yazıyı yerden yere vurmak terbiye dışıdır fikrimce. yazının karamsarlığı gibi hususları eleştirebilirsin, yapılan eleştirilerin haklı olmadığını savunup, "yok kardeşim, bizim her defasında sesimiz çıktı" deyip örneklerini ortaya koyabilirsin ve herkes faydalanır.
ama kendi "yazı" ve siyasi görüşüne uymadığı için bir yazıyı eleştirmek, gerçekten tuhaf olmalı...

bunun yanında, yazının bende bir nefret artırması gibi bir durumu da söz konusu olmadı. hatta yazının paylaşıldığı grup ortamındaki tepkilerde de insanların nefretini değil derdini artırdığını gördüm, ki bende de durum aynı.
eleştiri ve değerlendirmenin gereksizliğine değil; eleştirme ve değerlendirmenin şekline idi terbiye dışı ifadesi. ki, eleştirilebilir olduğunu da belirttim; ama eleştiri dediğin kişisel bazlı değerlendirmelerden ibaret bir itham niteliği taşıyorsa ve bunun altı da doldurulamıyorsa, kusura bakmayın ama yapılan "vıdı vıdı içeren sözcükler öbeği" ithamı bence terbiye dışıdır.

tekraren, yazının ortaya koyduğu düşünce de(*) zemin de belli(*). belirtilen "fikir eleştirisi" bu düşünceyi alıp bağlamından kopararak ithamda bulunmak yerine, ortaya konan düşünce üzerinden gitse de istifade etsek demiştim, diyorum.

not: bu arada dünya senin etrafında dönmüyor üstad; "her defasında şahsına hakaret, fikrine nefret..." gösterildiğini düşünmeniz bence asıl garip olan. ama gerçekten durumunuz buysa, bu bile sizin için bir mesaj taşır belki, düşünmek gerek...