şükür – dertli sözlük
(b: şükretmesek mi!?)

serin bir batman sabahı.(gerilim filmlerinin girişi gibi mi oldu ne?! ) güneş, çıkıp çıkmamakta tereddüt ediyor gibi, dediğim anda bütün ışıltısıyla penceremden içeri doldu mübarek. parıltısı, aydınlığı ne hoş! şükre değer.
bir yandan bu iç açıcı ışığın sahibine şükrederken bir yandan da size yazıyorum, ranzamın en müstesna köşesinden (gören de ranzamı, üç oda bir salonlu ev sanır! ). tabi, bir mahkum için ranzası üç oda bir salon değerindedir o ayrı! ona ait özel bir tek orası var da ondan… o nedenle bir villa değerinde bile olabilir yani! i̇şte ben de o villanın deniz manzaralı (olmasa da! ) bir köşesinden yazıyorum…

cezaevi gibi bir yerde bazen (dışarıdakiler için) çok kıymetsiz görülebilecek şeyler bile çok kıymetli olabiliyor. gökyüzü (çerçevesiz, dikensiz, upuzun sınırsız bir gökyüzü) gibi ya da ayaklarını basacağın bir parça toprak gibi… dışarıdakiler için hiç de özlemi çekilmeyen, aranılmayan ve tadılması elde edilmesi/yapılması çok da kolay olan bu nimetler, bir mahkum için(hele de bizim gibi mahpusluğun suyunu çıkaracak kadar uzun yatanlar için! ) büyük bir nimete dönüşüyor.

biz, bandırma cezaevinde iken (98-99’lu yıllar) açıköğretim sınavları için balıkesir cezaevine giderdik bir haftalığına. balıkesir cezaevi de “kale tipi” ya da “t tipi” denilen en eski cezaevlerinden biri. tek katlı, içinde ağaçların olduğu büyük, iki bahçeli çok eski/en eski cezaevlerinden… tabi uzun yıllar beton ve demirin içinde yaşayanlar olarak, öyle ağaçlıklı bir bahçe görünce baya bir şaşırmıştık. bahçenin tam ortasında devasa bir çınar ağacı vardı. etrafında da yarım metre kadar toprak olmasın mı?! kıtlıktan çıkmış birinin yemeğe saldırması/kavuşması gibi biz de büyük bir coşkuyla saldırmıştık. arkadaşlarla hemen ayakkabılarımızı, çoraplarımızı çıkararak, paçalarımızı sıvamış ve ağacın dibindeki toprağa bir halka oluşturacak şekilde ayak basmıştık. koltuklarının altında kitaplar, paçaları sıvanmış, ağacın etrafında halka olmuş bir grup düşün i̇stanbul’un herhangi bir parkında! ne düşünür millet? i̇şte tam o anda dışarıdan gelen eğitim görevlileriyle öğretmenler de bahçeye girdiler ve şaşkınlıkla bize bakakaldılar. bu adamlar ayin mi yapıyorlar, ne yapıyorlar diye! tabi biz şaşkınlıklarını hemen anladık. “paniğe gerek yok! toprakla hâsbihâl oluyoruz.” dedik. çok şaşırmışlardı. bazıları hala inanmış değildi. “var lan bunda bir iş!” diye bizi süzen garip bakışları vardı…

ya, öyle işte… kimsenin çok da takmadığı (o her gün önünden geçilen toprak) nasıl da kıymetli hale geliyor. “var”ın aynası “yok”tur. bu aynaya bakınca yani (yok)luk aynasına bakınca (var)lık çok daha iyi, çok daha değerli, çok daha şükre değer görünüyor. onun için şöyle düşünürüm: her insanın en az bir sene cezaevi gibi bir yolculuk/tecrit/uzlet vb. mekânında yaşaması gerekir. ya da bunları yaratacak zaman ve mekânlar bulması gerekir. hira gibi, yusuf’un kuyusu/zindanı gibi, musa’nın tur’u gibi… bu yerler gerçek okumaların yapıldığı yerler işte… bu nedenle çok kıymetli, çok önemli…

abdülselam durmaz*

(i: *abdülselam durmaz hâlen batman m tipi cezaevi'nde 20 yıllık mahpus olarak yatmaktadır.)