bir ziyaretimizde "türkiye şairi" olmaktan bahsetmişti. islami camia içinde sıkışıp kalmaktan rahatsızlık duyduğunu saklamıyor, yetişen gençlere de herkesi kucaklamalarını tavsiye ediyordu. o ara yayınlanacak kitabına ortadan bir yayınevi aradığını da söylemişti. olmuşsa böyle mi oldu acaba diye düşünmeden edemedim. :) aşağıdaki şiirini ibrahim karagül sütununa taşımıştı bir zaman.
önden yırtılan gömlek
iktidar, yol üzerinde bulduğun şu tekeş ayakkabı,
en belalı sınavıdır, tanrı'nın.
gözünü açıp da, çalıların, dikenlerin arasında
onun yitik eşini, adaleti de bulup giymezsen öteki ayağına,
yandın, ey kral, yandın ey başkan, yandın ey petrol şeyhi!
bu durumda, seke seke gitmektense,
cehenneme kadar yalınayak koş daha iyi!
ve siz, benim yoksul, benim aziz dostlarım, kardeşlerim,
siz, yüksek oktanlı refah ve demokrasi için kanları petrole katılanlar
bakın, "uygarlık ve barış" diyor bu kuzeyliler,
"özgürlük ve refah" diyor romalı kayzer,
halkın, celladını kendisinin seçmesi falan feşmekã¢n...
söyleyen onlar olunca, on sefer düşünüyorum, ben,
kırk sefer düşünüyorum ve yalan diyorum,
'hakikat olsa da', yalan!
peki, ya sen ne diyorsun, kardeşim moritanya?
peki sen ne diyorsun fas, sen ne diyorsun cezayir,
sen ne diyorsun mısır, sen libya, sen ürdün,
sen katar, sen yemen, sen sükutã® arabistan?
onların senin ağzının kenarına iliştirmek istedikleri
bu kirli karanfiller, bu, barut ve üre kokan yapay süs çiçekleri,
sömürgeli muhbirlerin sonunu hatırlatmıyor mu sana?
hani şu önce tüyleri dolar rengine boyanıverip av tazılarının, polis köpeklerinin arasına katılan
sonra, ya sınır tanımayan oburluklarından
ya da rahimlerinde döllenen şeytanın büyüklüğünden karınlarını taşıyamaz hale gelince
åžakaklarına seksen sentlik bir kurşun sıkılan yahut ipe çekilen
åžu zavallı, çaputsu hainlerin sonunu, hatırlatmıyor mu sana,
ne dersin, sen yoksul darfurlu, yoksul nouakhottlu,
yoksul bağdatlı, yoksul felluceli, yoksul beyrutlu?
peki, ya siz ekselansları, ya siz majesteleri,
sizler ne buyururdunuz? özgürlük, eşitlik, tarz-ı şã»ravã®?
a evet, evet, sizler omuz silkiyorsunuz,
susma hakkınızı kullanıyorsunuz, doğal olarak...
pekã¢la... pekã¢la... sizler susmaya devam buyurun!
åžu kovulmuş melekle fiskoslarınıza yani,
iyidir, iyidir, kaht-ı ricalden iyi, fitneden iyi, ölümden iyi!
sürdürün sabır kürlerinizi, dua kürlerinizi, uyku kürlerinizi sizler,
ben kalkıp bağdat'a gideceğim, filistin'e gideceğim
mezarından kaldırmaya insanlığı;
ama romalı lejyonerlerin yaptığı gibi
kefenini, altın dişlerini, iç organlarını soymak için değil, hayır,
önden yırtılmış günah gömleğini,
åžu kapkara vicdanını söküp göğsünden,
kürsüsünün önüne atmak için, yargıçlar yargıcının.
tabii, roma'nın korkunç cinayetleri,
roma'nın ve siyon'un efelikleri karşısında
tam da ölülerden bekleneceği gibi
sustuğu, susmayı seçtiği için,
o 'insanlık' dediğimiz tabansız hortlak
utançtan ve korkudan yerin yedi kat
dibine tüymemişse, doğal olarak...
cahit koytak / 10 aralık 2006
önden yırtılan gömlek
iktidar, yol üzerinde bulduğun şu tekeş ayakkabı,
en belalı sınavıdır, tanrı'nın.
gözünü açıp da, çalıların, dikenlerin arasında
onun yitik eşini, adaleti de bulup giymezsen öteki ayağına,
yandın, ey kral, yandın ey başkan, yandın ey petrol şeyhi!
bu durumda, seke seke gitmektense,
cehenneme kadar yalınayak koş daha iyi!
ve siz, benim yoksul, benim aziz dostlarım, kardeşlerim,
siz, yüksek oktanlı refah ve demokrasi için kanları petrole katılanlar
bakın, "uygarlık ve barış" diyor bu kuzeyliler,
"özgürlük ve refah" diyor romalı kayzer,
halkın, celladını kendisinin seçmesi falan feşmekã¢n...
söyleyen onlar olunca, on sefer düşünüyorum, ben,
kırk sefer düşünüyorum ve yalan diyorum,
'hakikat olsa da', yalan!
peki, ya sen ne diyorsun, kardeşim moritanya?
peki sen ne diyorsun fas, sen ne diyorsun cezayir,
sen ne diyorsun mısır, sen libya, sen ürdün,
sen katar, sen yemen, sen sükutã® arabistan?
onların senin ağzının kenarına iliştirmek istedikleri
bu kirli karanfiller, bu, barut ve üre kokan yapay süs çiçekleri,
sömürgeli muhbirlerin sonunu hatırlatmıyor mu sana?
hani şu önce tüyleri dolar rengine boyanıverip av tazılarının, polis köpeklerinin arasına katılan
sonra, ya sınır tanımayan oburluklarından
ya da rahimlerinde döllenen şeytanın büyüklüğünden karınlarını taşıyamaz hale gelince
åžakaklarına seksen sentlik bir kurşun sıkılan yahut ipe çekilen
åžu zavallı, çaputsu hainlerin sonunu, hatırlatmıyor mu sana,
ne dersin, sen yoksul darfurlu, yoksul nouakhottlu,
yoksul bağdatlı, yoksul felluceli, yoksul beyrutlu?
peki, ya siz ekselansları, ya siz majesteleri,
sizler ne buyururdunuz? özgürlük, eşitlik, tarz-ı şã»ravã®?
a evet, evet, sizler omuz silkiyorsunuz,
susma hakkınızı kullanıyorsunuz, doğal olarak...
pekã¢la... pekã¢la... sizler susmaya devam buyurun!
åžu kovulmuş melekle fiskoslarınıza yani,
iyidir, iyidir, kaht-ı ricalden iyi, fitneden iyi, ölümden iyi!
sürdürün sabır kürlerinizi, dua kürlerinizi, uyku kürlerinizi sizler,
ben kalkıp bağdat'a gideceğim, filistin'e gideceğim
mezarından kaldırmaya insanlığı;
ama romalı lejyonerlerin yaptığı gibi
kefenini, altın dişlerini, iç organlarını soymak için değil, hayır,
önden yırtılmış günah gömleğini,
åžu kapkara vicdanını söküp göğsünden,
kürsüsünün önüne atmak için, yargıçlar yargıcının.
tabii, roma'nın korkunç cinayetleri,
roma'nın ve siyon'un efelikleri karşısında
tam da ölülerden bekleneceği gibi
sustuğu, susmayı seçtiği için,
o 'insanlık' dediğimiz tabansız hortlak
utançtan ve korkudan yerin yedi kat
dibine tüymemişse, doğal olarak...
cahit koytak / 10 aralık 2006