kendi kendine konuşmak – dertli sözlük
kimisi delirmek alameti olarak görür benim halam bunu delirmemek için yaptığını söyler hep. yemek yaparken bulaşık yıkarken iş yerinde olanları,ailesi ile yaşadığı sorunları suya sabuna anlatır içinde halleder.
bir dağ düşün tırmanıyorsun. dikine bir dağ, tırmanması çok zor. 10 metre tırmanıyorsun. kan ter içinde kalıyorsun. sonra salıyorsun kendini tekrardan aşağıya. sonra 20 metre tırmanıyorsun yine salıyorsun kendini aşağıya. 30 metre sal, 5 metre sal, 12 metre sal. şimdi neresindeyiz biz bu dağın? en tabanında. ne olacak bu hal?

dağın zirvesinde ne var? bilmiyorum. yani belki de hiçbir şey yok… ha galiba allah’ın rızası var, evet. bu zaten bir insanın ulaşabileceği en büyük mertebe. fakat insan istiyor ki bunun yanında bazı ledün bilgiler sırlar olsun. keşif olsun, keramet olmasa da olur. yoldan saptırıcı hedef şaşırtıcı şeyler işte. ama bir noktadan baktığında da motive kaynağı. bir takım derin düşünceler. derinlemesine hadiseler…

esasen bu dağın bir sonu da yok sadece bir metafor olarak kullandık. vadiler desek daha mı uygun olurdu? çünkü yolda soluklandığın yerler de var. bir de ayağın çalıya takıldı diye yolun başına dönmezsin. ama…

ama yol en doğru yol işte. ondan eminsin. buna kuşkun yok. yürümek çok zor. nasıl olacak bu iş? daha haramları hayatımızdan çıkaramadık… ve geldiğim noktada haramları hayatımdan çıkaramayacağıma dair kuvvetli bir kanı oluşmaya başladı. bu kanı doğru mu? değil. neden? ayet var! kuluma kaldıramayacağı bir şeyi yüklemem diyor. haramları işlemeyin diyor. o zaman haramları işlememeyi biz başarabiliriz.

amaaa, gel gör ki bir insan bir meydanda 1000 kere yenilince 1001’incide de zaten yenileceğini içsel olarak kabul ediyor. mücadele ruhu da köreliyor. nasıl motive olacağız? aynada kendi yansımamıza bile bakamıyoruz. utanıyoruz. kendi yüzüme bile bakmaya utanırken nasıl mücadele edeceğim?

hani belki sırf bunun için en başa dönmezsin ama kayıplar çok. nereden başlayalım? bir de nasıl yılmadan devam edelim hocam. olmuyor. kafamda oturmuyor. hiç olmayacakmış gibi de geliyor. boşa kürek çekiyoruz gibi. en azından bu savunma bahanesini kaybetmemek için tırmanıyoruz da, yamaç nasıl dik bir görsen.
fazla yalnız kalmanın verdiği dayanılmaz hafiflikle kafamı kırdıktan sonra başvurduğum eylem. ama sadece kendinle konuşuyor olmak sizce de sıkıcı değil mi? bu nedenle bu aktiviteyi farklı bir seviyeye taşıma mecburiyetinde hissettim. bir zavallıyı, lakayıt tavırları olan bir dahiyi, bir cahili, bir suskun bilgeyi ve bir de kendim olduğumu düşündüğüm karakteri aynı masaya oturtup ortaya bir mesele atıp konuşturuyorum. zaman zaman ortaya oldukça garip tablolar çıkabiliyor. mesela bir cahilin dahi ve bilgeye baskın çıktığını ve benim de cahilin ağzıyla konuştuğumu gözlemlediğim zaman cehaletin bahtiyarlığını aynel yakin seviyesinde tadıyorsunuz. fakat şöyle bir sorun var ki; bir noktadan sonra zihninde yarattığın karakterlerden birini oynamaya başlıyabiliyorsun. bu gibi sıkıntılı tarafları olmakla beraber kişinin herhangi bir konuda hangi paydada yer aldığını gözlemlemesi açısından eğlenceli.

"aaahhh... ilgisizlik. sizin hastalığınız bu. körsünüz, sağırsınız! hepinizin propagandalarıyla gözünüzü boyadılar. tanıdığınız herkese evet tanıdığınız herkese haber vermek için koşmalısınız. çok geç olmadan koşun. kendim için korkmuyoruym. ben artık bir şey yapamıyorum. ama siz, siz hala bir seçim yapabilirsiniz. siz hala değişebilirsiniz johanna. sadece hayatta kalmakla yetinmeyin. sizler daha iyi bir dünyada yaşamayı istemelisiniz. sadece düşlemekle olmaz. ben beceremedim" -karşı pencere
zaman zaman yapmak hasret gidermek gerekir diye düşünüyorum. sizi düşünen birisi ile konuşmak gerçekten faydalı olabiliyor. tabi öncelikle insanın kendine gelmesi gerekiyor.
deli hareketi.veya iç kulağında sağırlık olduğu için düşüncelerini duyamıyor olabilir. mecburen sesli söylemek zorunda kalıyor zavallı.
sağlıklı bir hareket.başkasından hınç almaktansa kendin ile münakaşa edip bir sonuca varmak her daim daha karlıdır.sonuca bağlayamayanların sonu ise tımarhane zaten. böyle de kötü bir yanı var.
(bkz:düşünmek)

biz bu vakaya sesli olmadığı zamanlar düşünmek diyoruz. düşünürken, içimizden konuşuyoruz. ama kimle konuşuyoruz, kim anlatıyor, kim dinliyor bilmiyorum. anlatan ile dinleyen aynı kişi mi? yoksa bünyemizde çift kişilik mi taşıyoruz. yunus emre'nin "bir ben vardır bende, benden içeri" dediği gibi, içimizdeki ben ile mi konuşuyoruz???