yusuf atılgan'ın bir romanıdır..
aylak olmasına bakmayın, candır..
nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. sevmek! kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu? sözüyle bana peyami safa'nın "alakalarımızın yüzbin şekline isim bulamıyoruz sevmek deyip çıkıyoruz. onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime." sözünü hatırlatan kitap.
ben çağrı sinci namı diğer aylak adam
bügün pazar tüm dünya işçileri bugün rüya görme haklarını kullanmaktalar
...
bugün pazar açıkçası benim hiç bir işim yok dün de yoktu,
ondan önceki gün de ve benim bundan hiç bi şikayetim yok moruk dünde yoktu, ondan önceki günde!
okurken sıklıkla akla yabancı'yı getiren yusuf atılgan romanı. yazarın ilk romanıymış. "her şeye "karşı" duran, "karşı" çıkan, "karşı" olan bir adam... aylak adam... bir adı bile yok. "c." diyor yusuf atılgan kısaca.i̇nsan her şeye bunca "karşı"yken kendine de "karşı" olmadan nasıl sürdürülebilir bir "karşı" yaşamı?c., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik.zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman." denmiş yky baskısının arka kapağında. her şeye karşı, herkesten farklı olma çabasında ama çok olmuyor gibi. bir işi, aynı işi yapan diğer insanlardan bambaşka yapan birinin bile ikinci gün, üçüncü gün o işi aynı şekilde yaparak kendini tekrarlayacağını, bu yüzden yine farklı olamayacağını söylüyor bir yerde. kendisi de farklı olma çabasındayken bir şekilde kendini tekrarlamış oluyor gibi geliyor bu durumda. hem zaten tekrara düştüğü sırada, çok eleştirdiği "müşteri olma" durumuna dahil olduğu sırada içten içe bundan hoşlandığını da itiraf ediyor ama bunu fark ettiği anda bu tekrarı bırakıyor. bu açıdan bakınca normal bir işten çok zor bir iş yapıyor gerçekten. doğasında olan bir şeye karşı çıkmaya çalışıyor devamlı. devamlı tetikte yaşıyor. ama yaşam sıkıntısı yok, geçim derdi yok. öyle yapıyor bunu. aklıma felsefenin başlangıcı hususunda anlatılan hikayeyi getiriyor yine. yaşam standartları yükselmiş, refah seviyesi artmış. insanlar da sorgulamaya, felsefe yapmaya başlamış. aylak adam da mirasının ekmeğini yiyor bu konuda galiba. ama şart mı bu durum, bilemedim. insan sıkıntının içinde boğuşurken kapasitesini zorlamak zorunda da kalıyor. daha üretken olabiliyor o nedenle. rızk allah'tan diyebilsek tam olarak, geçim derdi; dünya telaşı bu kadar engel olmaz tefekküre, eyleme belki. çok sağlam ifadeler var ama kitapta. alışmak konusunda mesela. sevgilisiyle gittiği bir kafede hep aynı masaya oturmak istemiyor. çünkü bu o masayı onların masası yapacak. öyle olursa, o kafeye; o masaya alışırlarsa, artık kendi istedikleri gibi değil, o yerin istediği gibi davranmaya başlayacaklarından endişe ediyor. alışmanın böyle bir problemi var gerçekten, insanı sınırlandırıyor bir bağlamda. en ideal toplum düşüncesi var bir de. aslında en ideal tutamak düşüncesi. herkes bir şeylere tutunma gayretinde, mecburiyetinde. aksi düşünülemiyor. onun için de en güzeli, en doğalı, en erdemlisi gerçek sevgi. bunun arayışında. ama vur deyince öldüren bir tip, aradığı kişinin kimsesiz olmasını istiyor ki tam anlamıyla kendisine tutunsun, bağlansın. müslüman içinse allah'ı böyle bir tutamak addetmek daha yerinde olur herhalde.nitekim çok sevmem ben her daim muhalif adamları ama çok yakınımda olup sinirimi bozmadığı sürece lazım böylesi de galiba. düşündürüyor insanı. hayata, insana, topluma, kendisine dışarıdan bakmasına yardım ediyor.
okudum ama hatırlamıyorum kitaplarımdan ki benim için kalite manasında olumlu bir nitelik taşımıyor. tutunamayanların tutunamamış atanamamış versiyonları gibi varoluşçuluk iddiasında iddiasında olmasına rağmen bunu derinlikle yansıtamamıştır ama yazarın dahil olduğu topluluğa dahil olan çoğu yazarın aşk romanlarına nazaran iyidir, idare eder bir kitap .