minimal öykü denemeleri – dertli sözlük
o gün gök tekin değildi, bezemişti ne kadar karanlık renk varsa kendine, kara bulutlarda yürüyordu gök çatıda. o gün o göğün altındaki insanlar da müsterih değildi, karmakarışık bir buhran içindeydiler. sola gidenler, sağa dönenler, sağ mı sol mu diye ayaklarını dans pistinde hissedenler. ama bu dans pisti, daha çok ağıt yakan kadınların o bedeni istimlak etmiş acının bir zelzelesi gibiydi. bir de kendilerini kendilerinden dilenen banka kuyruğundaki insanlar vardı, simitçiler olmaz mı, bir de susam kokusu, keskin, kışkırtıcı ama iştahsızlığa kurban giden bir duruş ile camekanın ötesindeydi. cama simitçinin kirli sakalı düşmüştü, ne ayıp, hijyen olmalıydı, suretinde bulunan kılların kafasını kesmeli, sinek kaydı bir traş olmalıydı. olmamıştı. olmaz olsun diye mırıldanan bir adam vardı, hemen simit tegahının köşesinde. ne olmaz olsun diye bakışlarıyla soru soran ona yakın bir iki kişi de vardı. birinin tek gözü âmâ, diğeri de topaldı. üstündeki kirli pasaklı libaslara bakılınca bunların dilenciler olduğu anlaşılıyordu. ama bakınca işte. ben mimiklerine ilkin odaklandım, ondan es geçtim üstündekileri, sosyal sınıflarını remz eden libaslarını. libaslar bir yana dursun, şu maskeler ne arsız, maskeler ne namusuz bir şey. dilenciler insanların merhamet duygusunu cilalıyor ve bu cila kendilerine maddi edinim ve birikimler sağlıyordu...