bu tanımı malum yerde de yazdım. buraya da yazayım :)
mithat cemal kuntay'ın meşhur üç istanbul isimli romanında batı özentisi hidayet'ın konağı tasvir edilirken şöyle diyor;
"her koltuğu başka milletin başka asrın olan konağı, memleketin tarihini okkayla, bayrağını arşınla satabilecek adamlarla dolup taşan hidayet'in konağı"
neresi burası ya, ekşi sözlüğün 100 yıl önceki versiyonu falan mı acaba hahaha.
temsil ettiği yazar profili için ise (*) yakup kadri karaosmanoğlu'nun kiralık konak romanındaki servet bey karakterine bakalım;
"naim efendi’nin damadı düyunu umumiye müfettişlerinden servet bey, müslümanlıktan ve türklükten nefret eden bir kazasker oğludur. aldığı terbiye ile yaşadığı muhit birbirinin aksi olan her insan gibi servet bey de daimî bir ihtilâç [çarpıntı, çırpınma], daimi bir isyan içinde yaşar. pederi sadri molla’nın konağında alafrangalığı kendi odasının eşiğinden dışarı çıkmazdı. nasılsa küçükten beri fransızca bilmek, bir müddet galatasaray mektebinde bulunmak, bir müddet beyoğlu muhitinde tatlı su frenkleriyle düşüp kalkmış olmak ona bir softa evinde, çıplak kadın resimlerinden, dizi dizi fransızca kitaplarından, vazolardan, biblolardan müteşekkil bir halvet yapmak ve bu halvette yaylı bir şezlonga uzanıp, gözleri tavanda, ayakları havada, bir taraftan hollanda “sigar”ını emerek, diğer taraftan yabani ve perişan bir sesle birtakım opera parçaları terennüm ederek saatlerce vakit geçirmek hakkını vermiştir. daima muhayyel bir avrupa seyahati için hazırlanmış bir bavulu vardı, bu bavulun yanıbaşında bir de şapka kutusu dururdu. bazı sıkıntılı saatlerinde bir aynanın karşısına geçip, bu kutudan çıkardığı şapkaları birer birer tecrübe ederdi ve başını bu serpuş ile örtülü görünce adeta kendinden geçerdi. nitekim böyle şapkalı, seyahat kostümleriyle veya suare kıyafetinde hâlâ birçok resimleri vardır. ve bu resimler, hâlâ gençlik odasının duvarlarını süsleyen çıplak kadın resimlerinin yanında asılıdır. türkler içinde kimse bu servet bey kadar ateşle, coşkunca alafrangalığa düşkün olmamıştır. bu düşkünlükte o derece samimiydi ki, gerek babasının, gerek kayınbabasının muhitinde bütün ahval ve harekâtı hürmetle değilse bile, adeta korku ve endişe ile karşılanırdı; zira, gözlerinde sarsılmaz bir imana ermiş adamların ateşi vardı. i̇şte bu ateşin kuvvetiyledir ki servet bey, naim efendi konağında bütün iradesini istediği gibi yürütüyor ve hele inkılaptan beri bu konakta artık hiç türkçe konuşulmuyordu."
mithat cemal kuntay'ın meşhur üç istanbul isimli romanında batı özentisi hidayet'ın konağı tasvir edilirken şöyle diyor;
"her koltuğu başka milletin başka asrın olan konağı, memleketin tarihini okkayla, bayrağını arşınla satabilecek adamlarla dolup taşan hidayet'in konağı"
neresi burası ya, ekşi sözlüğün 100 yıl önceki versiyonu falan mı acaba hahaha.
temsil ettiği yazar profili için ise (*) yakup kadri karaosmanoğlu'nun kiralık konak romanındaki servet bey karakterine bakalım;
"naim efendi’nin damadı düyunu umumiye müfettişlerinden servet bey, müslümanlıktan ve türklükten nefret eden bir kazasker oğludur. aldığı terbiye ile yaşadığı muhit birbirinin aksi olan her insan gibi servet bey de daimî bir ihtilâç [çarpıntı, çırpınma], daimi bir isyan içinde yaşar. pederi sadri molla’nın konağında alafrangalığı kendi odasının eşiğinden dışarı çıkmazdı. nasılsa küçükten beri fransızca bilmek, bir müddet galatasaray mektebinde bulunmak, bir müddet beyoğlu muhitinde tatlı su frenkleriyle düşüp kalkmış olmak ona bir softa evinde, çıplak kadın resimlerinden, dizi dizi fransızca kitaplarından, vazolardan, biblolardan müteşekkil bir halvet yapmak ve bu halvette yaylı bir şezlonga uzanıp, gözleri tavanda, ayakları havada, bir taraftan hollanda “sigar”ını emerek, diğer taraftan yabani ve perişan bir sesle birtakım opera parçaları terennüm ederek saatlerce vakit geçirmek hakkını vermiştir. daima muhayyel bir avrupa seyahati için hazırlanmış bir bavulu vardı, bu bavulun yanıbaşında bir de şapka kutusu dururdu. bazı sıkıntılı saatlerinde bir aynanın karşısına geçip, bu kutudan çıkardığı şapkaları birer birer tecrübe ederdi ve başını bu serpuş ile örtülü görünce adeta kendinden geçerdi. nitekim böyle şapkalı, seyahat kostümleriyle veya suare kıyafetinde hâlâ birçok resimleri vardır. ve bu resimler, hâlâ gençlik odasının duvarlarını süsleyen çıplak kadın resimlerinin yanında asılıdır. türkler içinde kimse bu servet bey kadar ateşle, coşkunca alafrangalığa düşkün olmamıştır. bu düşkünlükte o derece samimiydi ki, gerek babasının, gerek kayınbabasının muhitinde bütün ahval ve harekâtı hürmetle değilse bile, adeta korku ve endişe ile karşılanırdı; zira, gözlerinde sarsılmaz bir imana ermiş adamların ateşi vardı. i̇şte bu ateşin kuvvetiyledir ki servet bey, naim efendi konağında bütün iradesini istediği gibi yürütüyor ve hele inkılaptan beri bu konakta artık hiç türkçe konuşulmuyordu."