kumdan ova ve dağların bulunduğu yer.
bahtsız bedevinin yaşam alanı.
kutup ayılarının bahtsız bedevilerle arkadaşlık ettiği coğrafik bölge.
tanınabilse ya da hayallere düşse hiçbir güzelliğin veremeyeceği kadar çok duyguyu yaşatan sonsuzluk izlenimi veren yer.
ekvaror çizgisi,oğlak dönencesi ve yengeç dönenceleri üzerinde oluşan sürekli basınç kuşağı nedeniyle oluşmuş; çorak,verimsiz ve yaşama uygun olmayan toprak bütününe verilen ad.
(bkz:çöle inen nur)
yüzeydeki bitki dokusunun ve bu dokunun yığrandıkça yenilenmesini sağlayan toprak yüzeyinin aşınması sonucu oluşan doğal bölgeler. bitki dokusunun kendisini tekrar onarmaya imkanı yoktur. bu nedenle dışarıdan bir güçle bu onarım sağlanabilir. çöllerin oluşmasında şiddetli erozyon en büyük etkendir.
https://i.imgyukle.com/2019/10/13/eads58.jpg
beyâbân karşısında ne de kaba bir kelime. resmen çöl.
martin lings, hazreti muhammed'in hayatı kitabında çölün insan üzerindeki etkisinden bahseder;
"çölün insan ruhu üzerinde de birtakım etkileri vardı. kureyş yerleşik hayata yeni geçmişti. kusayy, onlara mabed'in etrafına evler yapmalarını söyleyene dek yarı göçebe bir hayat yaşıyorlardı. yerleşik hayat tabii ki kaçınılmazdı, fakat yerleşik hayatın da bazı tehlikeleri vardı. soyluluk ve özgürlük birbirinden ayrılmaz iki kavramdı ve göçebe özgürdü/çölde bir insan, mekâna hükmettiğinin bilincindeydi; bu hükmetme sayesinde de bir bakıma zamanın baskısından kurtuluyordu denebilir. çöl insanı, çadır bozarak geçmiş zamanı silebiliyordu; zamanı ve yeri henüz belirmediği için yarın bir hüsran olarak görünmüyordu. fakat şehirli insan bir mahpustu. onun bir yerde sürekli kalmak zorunda oluşu her şeyi çürütüyor ve -dün, bugün, yarını- zamanın gayesi haline getiriyordu. şehirler bozulma yerleriydi. miskinlik ve tembellik onların duvarları arasına gizlenmiş ve insanın uyanık ve tetikte oluşunu köreltmek için hazır bekliyorlardı. orada her şey, hatta insanın sahip olduğu en önemli özellik olan dil bile bozuluyordu"
"çölün insan ruhu üzerinde de birtakım etkileri vardı. kureyş yerleşik hayata yeni geçmişti. kusayy, onlara mabed'in etrafına evler yapmalarını söyleyene dek yarı göçebe bir hayat yaşıyorlardı. yerleşik hayat tabii ki kaçınılmazdı, fakat yerleşik hayatın da bazı tehlikeleri vardı. soyluluk ve özgürlük birbirinden ayrılmaz iki kavramdı ve göçebe özgürdü/çölde bir insan, mekâna hükmettiğinin bilincindeydi; bu hükmetme sayesinde de bir bakıma zamanın baskısından kurtuluyordu denebilir. çöl insanı, çadır bozarak geçmiş zamanı silebiliyordu; zamanı ve yeri henüz belirmediği için yarın bir hüsran olarak görünmüyordu. fakat şehirli insan bir mahpustu. onun bir yerde sürekli kalmak zorunda oluşu her şeyi çürütüyor ve -dün, bugün, yarını- zamanın gayesi haline getiriyordu. şehirler bozulma yerleriydi. miskinlik ve tembellik onların duvarları arasına gizlenmiş ve insanın uyanık ve tetikte oluşunu köreltmek için hazır bekliyorlardı. orada her şey, hatta insanın sahip olduğu en önemli özellik olan dil bile bozuluyordu"