siyaset – dertli sözlük
ibn-i abidin'in tarifine göre siyaset, halkı dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salã¢h ve menfaatlerine çalışmaktır.

islam fıkhında siyaset, siyaset-i adile [adil siyaset] ve siyaset-i zalime [zalim siyaset] olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

yine ibn-i abidin bu iki kavramın tarifini şu şekilde yapar:

siyaset-i zalime halkın haklarına zıt olan siyasettir ki, şeriat bunu haram kılmıştır. allah'ın indirdiği hükümleri uygulamayan siyasi hareket zulmü esas almıştır.

siyaset-i adile ise halkın haklarını zalimlerin elinden kurtaran, zulüm ve fenalıkları def eden, fitne ve fesad ehlini men eden siyasettir ki, şeriattan sayılır.

bu tarifi iyi anlamak için zulüm-zalim kelimelerinin ihtiva ettiği anlamın aslını da iyi kavramak gerekir. (bkz:zulüm/@sallayancay)

imam-ı şafii'nin zulmün karşıtı olan adaletle ilgili yaptığı şu kısa tarif önemlidir: adalet, allah'ın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır.

demokratik-laik toplumlarda siyasi hareketler, hüküm koyma hakkının kayıtsız ve şartsız insana devredilmesi [egemenlik kayıtsız şartsız milletindir] söz konusu olduğundan insanları da yakından ilgilendirmekte, buna bağlı olarak da bu tip toplumlarda heva ve heves alabildiğine yaygınlaşmaktadır. heva ve heveslerine göre hükümler icad eden iktidarların sınırlarını çizdiği siyaset ise yukarı da bahsi geçen siyaset-i zalime başlığı altına girer.

buna zıt bir tutum olarak özellikle halkı müslüman olan ülkelerde temelde yalana dayandığı gerekçesiyle siyasetten nefret psikolojisi gelişmiştir. hz. hüseyin'in şehid edilmesiyle başlayan saltanat döneminin müslümanların tüm siyasi haklarını ortadan kaldırması ve başta imam-ı azam olmak üzere birçok müctehid imamın zindanlarda şehid edilmesiyle toplum üzerinde kılıçla oluşturulan baskı müslümanları siyasetten soğutan sebeplerin başında gelir. yine ehl-i sünnetten ayrılan fırkaların hemen hepsinin taraftar toplamak için siyaseti kullanmaları da bu psikolojinin oluşmasında etkili olmuştur. osmanlı'da siyaset kelimesinin ölüm manasında kullanılması da nefreti geliştiren bir başka etkendir. o dönemde "siyaset oluna" hükmü kişinin ölüm fermanıdır.

iktidarın, insanların hidayetine vesile olması mümkün olduğu gibi, toplumu dalalete sürüklemeleri de mümkündür.

"(tuğyan eden siyasi liderler) o gün yüzleri ateşte evrilip-çevrilirken, 'eyvah bize! keşke allah'a itaat etseydik, peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir. (onlara tabi olanlar da) 'ey rabbimiz! hakikat biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. onlar da bizi yoldan saptırdılar' diyeceklerdir. ey rabbimiz! onlara (liderlerimize) azaptan iki katını ver. onları büyük bir lanetle rahmetinden kov!" (ahzab suresi, 66-68)

rasul-i ekrem, "benden sonra bir takım emirler olacaktır. kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir, ben de onlardan değilim. o kimse benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. kim onların yalanlarını tasdik etmez ve zulümlerinde kendilerine yardımcı olmazsa bendendir. ben de onunla beraberim. ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır" buyurmuştur.

zalimlere zihnen ve kalben meyletmek büyük bir tehlikedir. hud suresinin 113. ayeti bu noktaya işaret eder: "bir de zulmedenlere meyletmeyin. sonra size ateş dokunur. zaten sizin allah'tan başka yardımcınız yoktur. sonra (zalimlere meylettiğiniz için) allah'tan da yardım göremezsiniz." zalimlere kalben meyletmek ve zulümleri karşısında sessiz kalmak tamamen bir faciadır. onlarla işbirliği yapmak ise resmen cinayettir.

bir iktidarın meşru olabilmesi için adalete riayet etmesi ve insanların rızasına dayanması iki temel şarttır. ayrıca iktidar sahibi olan kimsenin allah'ın kitabında ve peygamberinin sünnetinde yer alan bütün hükümlerin hakikat olduğuna inanması ve 'işittim, itaat ettim' diyerek gereğince amel etmesi gerekir. islam fıkhına göre meşru iktidarın, değişmez iki rüknü budur. kitap ve sünnette hüküm bulunmayan konularda ise müminlerin emiri diğer şer'i delilleri ve maslahatı dikkate alarak çeşitli düzenlemelerde bulunabilir. müslümanlar da kendilerinden olan emir sahiplerine meşru olan hususlarda itaatle sorumludur. bu itaat şahsa değil islam'adır.

netice itibariyle 'müslümanım' diyen her mükellef, islam çerçevesine dahil olan siyaset-i adile noktasında hassas olmak zorundadır. zira imamet ve bey'at ile ilgili ilimler her mükellef üzerine farz-ı ayndır.

konuyla bağlantılı olarak: (bkz:tağut)