para – dertli sözlük
oyun hakkındaki düşüncelerim:

--- iktibas ---

tarihin büyük kırılma noktalarından biri de paranın bulunmasıdır bence. paranın bulunmasıyla birlikte tarih sahnesinde kendine önemli bir yer edinmesi, hatta birçok olayın gizli öznesi olması da bu kanaatimin gerekçesi. bazen değerli bir maden şeklinde, bazen beş para etmez bir kâğıt veya demir parçası şeklinde görünmüşlüğü vardır; her ne şekilde görünmüş olursa olsun niteliğinden ve kendisine verilen değerden hiçbir şey kaybetmeden –hatta belki de artırarak- günümüze kadar ulaşmıştır. artık para için modern çağın turnusol kâğıdı desek yanılmış olmayız sanıyorum ve bu düşüncemi parayla biraz olsun muhatap olan herkes paylaşacaktır kanısındayım.

bu parasal girişin sonucu “artık ben de parayı buldum ve sizlere veda ediyorum!” şeklinde bitmeyecek korkmayın, bir süre daha tiyatro tanıtımlarıyla karşınızda olacağım. bu girişin sebebi bundan yetmiş iki sene önce necip fazıl kısakürek tarafından kaleme alınan ve yazıldığı sene muhsin ertuğrul tarafından sahnelenen “para” oyunu için. oyunun yeniden sahneye çıkması da şehir tiyatroları tarafından geçen sezonun sonunda engin gürmen yönetmenliğinde “harbiye muhsin ertuğrul” sahnesinde gerçekleşmiş. bir banka patronu ve aynı zamanda bir aile reisi olan; yapılan işleri, o işten kazanılan para ile ölçen ve bütün ilişkilerini para uğrunda düzenleyen birisini konu edinen oyun paranın amaca dönüşmesi durumunda nelerin olabileceği son derece didaktik bir şekilde kaleme alınmış.

necip fazıl oyunda işlediği konunun sadece kendi dönemi için değil, gelecek için de mesajlar taşıdığını bildiğinden/istediğinden oyuna şu notu iliştirmiş: “vak’a meçhul bir tarihte, meçhul bir memlekette geçer.” (bu not oyun başlamazdan evvel perdeye de yansıtılmaktadır.). ve yine aynı sebepten ötürü oyunun karakterlerine de isim verme gereği duymamış, karakterler: o, karısı, oğlu, kızı, damadı, hususi kâtibi, casusu… şeklinde anılmakta. arzulanan amaç için iyi bir seçim olmuş doğrusu.

oyunun değerlendirmesine gelirsek, yazılıp sahnelendiği döneme dönük olarak düşünülürse oyun son derece başarılı bir metin ve hikâyeye sahip; ama günümüz için konu güncel olsa da hikâye son derece basit kaçmakta ve verilen bütün mesajlar doğrudan adrese teslim edilmiş durumda (seyirci için bir pay ayrılmamış maalesef). sahne, kostüm, ışık tasarımı ve oyunculuklar da vasatı geçememekte. hatta oyunun en vurucu yerlerinden biri olan ve hususi kâtip’in: “deli, buna para derler para! şeref de bu namus da bu, akıl da bu, hikmet de bu, sıhhat de bu hayat da bu, dünya da bu, ahiret de bu!” diye nutuk çektiği sahnede son derece yapmacık olduğu da söylenebilir. bu durum bir yana, oyunun başkarakteri olan o’yu oynayan aziz sarvan’ın oyunculuğu göz doldurur cinsten.

oyunun basitliği, sadeliği ve olay gelişimlerinin tahmin edilirliğinin seyirciye olan etkisi, oyunun başından sonuna kadar aynı duygu hali ve yoğunluğuyla izlenmesi olmakta. bu durum iki yerde değişmekte, ilki birinci perdenin sonunda –ki seyirciler dört gözle bu durumu bekliyorlarmışçasına alkışladılar- ikincisi de ikinci perdenin yani oyunun sonunda gerçekleşmekte ve oyun necip fazıl’ın “kaldırımlar” şiiriyle bitmekte.

sonuç itibariyle, oyuna gidecek olan seyirciyi sıkılmadan izleyebilecekleri, para hususunda bir kere daha düşünecekleri ortalama bir oyun beklemekte. gitmezden evvel beklentiler çok yüksek tutulmazsa keyifle izlenebilir diye düşünmekteyim. ayrıca tavsiyem, eğer oyuna gidecekseniz yanınızda lise çağında gençleri de götürmeniz olacaktır. malum artık gençlerin gelecek tasavvurları “para” üzerine kurulmuş vaziyette.

son olarak şöyle bir bilgi de vereyim: oyun özer tunca yönetmenliğinde ankara devlet tiyatroları’nda da gösterimdeymiş ve fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla oradaki oyunun sahne ve kostüm tasarımları çok daha başarılı duruyor. gitmeyi düşünenler için tefekkürü bol dakikalar diliyorum.

--- iktibas ---

* yeşilay dergisi aralık sayısı için kaleme alınmıştır.