banal milliyetçilik – dertli sözlük
ingiliz sosyal psikolog michael billig'in 1995 yılında yayınlanan kitabının ismi. banal milliyetçilik terimi de bu kitap vasıtasıyla literatüre girmiştir.

banal milliyetçilik teorisi batı ülkelerinde milliyetçiliğin yeniden üretiliş biçimlerini anlamaya çalışır. billig'e göre millet olma bilinci günlük/rutin olarak üretilip bir sağduyu haline gelir, sıradanlaşır ve artık sorgulanmayan bir pratik haline dönüşür. bu gündelik ve sıradan olma hali milliyetçiliğin zayıflığına değil tam tersi toplumun tamamında yerleşip kökleşmesine sebep olur. günlük hayatın bir parçası haline gelen milliyetçi söylem artık herhangi bir eleştiriye veya sorgulamaya tabi tutulmadan benimsenmeye başlanır. banal milliyetçiliğin en bariz örnekleri kamu kurumlarının önünde dalgalanan bayraklar, paraların üzerindeki resim ve amblemlerdir. bunlar bireylere gündelik olarak ulusal kimliği hatırlatma vazifesi görür.

gazete ve televizyonlar da millet olma halinin adetleşmesi noktasında önemli araçlardır. milliyetçilik "biz" ve "onlar"ı tanımlama üzerine kurulu bir ideoloji olduğundan gazete ve televizyonlar takipçilerine muhayyel "biz" ve "onlar"ın kimler olduğunu sık sık hatırlatır. haberlerde sürekli ülkemizin adını görürüz, halk kelimesinin kimi kastettiği açıkça söylenmese de kendi devletimizin halkını kastettiğini anlarız. televizyonda biz denildiğinde kendi milletimizi, bu ülke denildiğinde kendi ülkemizi anlarız. haber metinlerinde farklı milletlerden olanların uyrukları belirtildiğinden bunları kendi uyruklarımızla karıştırmayız. hava durumunu izlerken ülke ismi söylenmese de kendi ülkemizin hava durumunu izlediğimizden şüphe duymayız.

yine aynı çerçevede, uluslararası spor müsabakaları "ulusal" spor müsabakalarından her zaman daha fazla ilgi ve heyecanla takip edilir. üzerine "milli" formamızı giymiş bir vatandaşımız başka bir ülkenin vatandaşından daha hızlı koşarsa veya daha uzağa zıplarsa milli duygularımız galeyana gelir, farkında olmadan gururlanır ve mutlu oluruz. gazetelerin spor sayfalarında farklı milletlerle yapılan müsabakalarda “yendik”, “ezdik” gibi milli gururu ifade eden sözlerde yenen ve ezen tarafın “biz” olduğumuzu anlarız. sporcular şampiyon olarak “yurda” döndüklerinde, onları savaştan dönen muzaffer kahramanlar gibi karşılarız. bunları bize öğretildiği için değil, günlük yaşamın sıradan bir rutini olarak yaparız. bu şekilde sürekli olarak yeniden üretilen ve hayatımızın bir parçası olan milliyetçilik, milletlerin yönlendirilmesini ve belirli bir hedefe kanalize edilmesini de kolaylaştırır.
malum, son günlerde bizim memleketimizde de bir voleybol curcunası aldı başını gidiyor. medyada bu temsillerin yeniden üretilip sürekli gözümüze sokulması banal milliyetçiliğin bariz örneklerinden birisi. 80 metrekare evde oturup asgari ücretle geçim mücadelesi veren sıradan bir türk vatandaşı uluslararası bir voleybol müsabakasında alınan başarı sonucu milli bilincini tazeleyip bu millete aidiyetinden dolayı gururlanabiliyor. daha da önemlisi, milli bilincin voleybol vasıtasıyla bu denli sıradanlaşıp yaygınlaşması insanların dini kimliklerini arka plana atmalarına da zemin hazırlıyor, ben bunu oldukça tehlikeli buluyorum. misal, etrafımdaki dindar insanlar, buna namaz kılan erkekler ve tesettürlü hanımlar da dahil, voleybol takımını sosyal medyada paylaşmak için neredeyse sıraya giriyorlar. halbuki bu insanlar, voleybol takımının "nadide" oyuncuları evlerine misafir olarak gelse yüz bin tevbe çekip evlerine almaktan imtina eder, kocalarının yüz metre yanına bile yaklaşmasına izin vermez, kızı bu şekilde giyinmek istese kıyametleri koparır, vesaire. ama bunlar medya eliyle sıradanlaşıp bir rutin haline geldiğinden bu başarılarla övünmek de bir anda türk olmanın önemli bir parçası haline geliyor. buna karşı çıkanlar da kolaylıkla türklük kimliğinden dışlanabiliyor. bu tarz olayların müslüman kimliğimizi aşındırmasına izin vermememiz lazım.
ne yazık ki milliyetçilik kimi insanlar için bir puta dönüştü. put diyorum çünkü dini değerlerin üzerinde tutulan şey ne ise o şey o kişinin putu haline geliyor.

milliyetçi olmayalım mi? elbette olalım. i̇nsanın kendini doğup büyüdüğü, havasını soluduğu ekmeğini yediği toprağa ve insanlara bağlı hissetmesi ve bu toprağın ve insanların daha iyiye gitmesi için elini ve hatta gerekirse başını taşın altına koyması gerekecektir.

fakat milliyetçilik adı altında yapılan kimi davranışların dini değerlerle bağdaşmadığını bile bile veya bilipte bilmezden gele gele ısrarla bu davranışları sürdüren insanlarımız var.

bu durumu en bariz suriyeli mültecilere yapılan muamelelerde görüyorum. adam depremzede kardeşini alıp bağrına basıyor ve ona her türlü imkanı sağlamaya çalışıyor ki bu muhteşem bir davranış elbette. fakat suriyede savaştan kaçıp gelen adama basmadığı kalayı bırakmıyor. çünkü o defolup gitmeli. çünkü o türk değil.

türk kardeşliği çok güzel tamam. ya mümin kardeşliği, o ne olacak? şimdi bana misafir geldiği ülkemizde her türlü haltı yiyen suriyelilerden olumsuz bir kaç örnek vererek tezimi çürütmeye çalışmayın. depremden sonra evleri talan eden türkleri de gördük. gerçek şu ki iyi ve kötü insan her milliyette ve hatta her dine mensup insanlarda var.

i̇ş milliyetçilik olunca kötüleri görmezden geliyorsun da iş müslüman kardeşin olunca kötüleri neden görmezden gelemiyorsun?