islami feminizm – dertli sözlük
19. yüzyıl sonlarından itibaren osmanlı devleti ve mısır’da siyasi ve sosyal hak taleplerinde bulunan kadın hareketleri ortaya çıkmaya başlamıştır. muhammed abduh’un mısır’da öncülüğünü yaptığı modernist reform hareketi i̇slam’da kadın erkek eşitliği, toplumsal cinsiyet rollerinin yeninden tanımlanması, çok eşlilik ve kadının boşanma hakkı gibi fıkhi konularda geleneksel anlayıştan farklı içtihatların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. mısırlı yazar kasım emin’in 1899’da muhammed abduh ile ortak yazdıkları söylenen taḥrîrü’l-merʾe(kadının özgürlüğü) ve 1900 tarihli el-merʾetü’l-cedîde (yeni kadın) eserleri i̇slam dünyasındaki ilk feminist metinler olarak kabul edilebilir. emin, taḥrîrü’l-merʾe eserinde müslüman kadınların sanat, ticaret ve ilimle uğraşmasının önünde hiçbir engel bulunmadığını öne sürmüş, çok eşliliğe karşı çıkmış, kadının boşanma konusunda erkeklerle aynı hakka sahip olması gerektiğini söylemiş ve peçenin kaldırılmasını savunmuştur.

i̇slami feminizm bir söylem olarak 1990’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. kavram olarak ilk defa i̇ran’da shehla sherkat tarafından kurulan zanan isimli kadın dergisinde kullanılmaya başlanmış ve 1990’lardan itibaren yaygınlık kazanmaya başlamıştır. yine aynı dönemde i̇slami feminist söylem etrafında şekillenen sivil topum örgütleri ortaya çıkmaya başlamıştır. 1988 yılında malezya’da avukat, akademisyen ve gazeteci bir grup kadın tarafından kurulan sisters in islam topluluğu kadınların i̇slam hukuku altında karşı karşıya kaldığı adaletsizliklere çözüm bulmayı hedeflemiştir. grup bir süre sonra yalnızca yasal alanda yapılan mücadelenin yetersiz olacağı düşüncesinden hareketle kadınların eğitim, din ve hukuk gibi alanlardaki sorunlarına çözüm bulmak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla amina wadud öncülüğünde kuran’ı feminist hermenötik çerçevesinde yorumlamaya başlamıştır.

2005, 2006, 2008 ve 2010 yıllarında düzenlenen uluslararası i̇slamcı feminizm kongreleri farklı ülkelerdeki aktif i̇slami feminist hareketlerin ortak bir amaç belirlemesine önemli katkılarda bulunmuştur. kongrelerin sonuç bildirilerinde i̇slamcı feminizmin egemen cinsiyetçi i̇slam yorumlarına alternatif olarak ortaya çıktığı, kuran’ın erkek egemenliğini meşru görmediği, modern çağın gereklerine uygun içtihatlara ihtiyaç olduğu ve bazı i̇slam ülkelerinde görülen uygulamaların allah’ın hükmü değil geleneksel ataerkil sistemin dayatmaları olduğu vurgulanmıştır. 2009 yılında ise kuala lumpur’da 47 farklı ülkeden 250’den fazla müslüman kadın aktivistin bir araya gelmesiyle musawah hareketi kurulmuştur. kendisini küresel bir hareket olarak tanımlayan musawah, temel misyonunu müslüman kadınlar için aile içinde eşitlik ve adaleti sağlamak ve müslüman kadınların hem kamusal hem de özel alandaki haklarını savunmak olarak tanımlamaktadır. bu çerçevede ortaya çıkan feminist sivil toplum örgütleri faaliyet gösterdikleri ülkelerde zaman içinde önemli bir sivil aktör konumuna yükselmiştir.
i̇slami feminizm kavramsallaştırması bir anlamda seküler feminizmden bir ayrışma noktasına işaret etmektedir. bu bağlamda, batı merkezli feminizmin seküler, orta sınıf, beyaz batılı kadınların sorunlarına yöneldiği eleştirisi i̇slami feminizmin çıkış noktalarından birisidir. feminist hareket içinde i̇slam dini ve müslüman toplumlardaki kadının statüsü hakkında farklı yaklaşımlar mevcuttur. i̇slami kültür ve geleneksel toplum yapısını indirgemeci/özcü bir yaklaşımla müslüman toplumlardaki kadınların özgürleşmesinin önünde bir engel olarak gören feminist yaklaşımlar müslüman kadınlar tarafından tatmin edici bulunmamaktadır. anglo-amerikan feminist hareketin özgürlük, bireycilik ve rasyonalite gibi kavramları batı ile ilişkilendirip batı-dışı kültürleri barbar, ataerkil ve gerici gibi sıfatlarla tanımlaması bu gerilimin temel kaynağıdır. örneğin, feminizmin kurucu metinlerinden mary wollstonecraft’ın a vindication of the rights of woman (kadın haklarının gerekçelendirilmesi) eseri 18. yüzyıldaki yaygın oryantalist tasvirlerden oldukça etkilenmiştir. doğulu özneyi despotizm ve tiranlık ile tanımlayan wollstonecraft , muhammedilik olarak tanımladığı i̇slam’ın “özüne uygun olarak” kadınları “insan türünün bir parçası” olarak görmediğini iddia etmektedir. wollstonecraft, hristiyan batı kültürünü i̇slam’ın karşıtı olarak görmektedir: “erdem ve dehayı daha tomurcuk halindeyken kıran despotluk, türk ülkesini avucu içine alan ve toprağı bereketsizleştirdiği gibi insanları da kurutan bu tahripkâr rüzgâr, avrupa’da aynı şiddetle esmez”.

mary wollstonecraft’ın öncülüğünü yaptığı ve mary shelley, anna jameson, margaret fuller gibi feminist yazarların devam ettirdiği bu oryantalist imaj temel olarak üç noktayı vurgulamaktadır: a.) doğu toplumlarında kadınların ruhsuz yaratıklar olarak muamele gördüğü inanışı, b.) harem hayatının abartılı bir biçimde cinsellik, çok eşlilik ve şatafat ile ilişkilendirilmesi, c.) kadınların zorla harem hayatına mahkûm edildiği, eğitimden mahrum bırakıldığı, toplumsal hayattan tecrit edildiği dolayısıyla kendilerine bir çeşit hayvan muamelesi yapıldığı iddiası. bu bağlamda feminizme yöneltilen eleştiri feminizmin doğulu/müslüman kadınları esaretten kurtulmak için batılıların yolunu gözleyen pasif mahkûmlar olarak konumlandırdığı görüşüdür.

türkiye’deki i̇slami kadın hareketinin önde gelen figürlerinden cihan aktaş, feminizmin özsel kadın tanımlamasının (örtüsüz beyaz batılı kadın) batı dışı toplumlarda baskı gören ve ezilen kadınlara yönelik sorgulamaları önemsizleştirdiğini söylemektedir. buna karşılık i̇slami feminizm, müslüman kadının varoluş biçimine ve kişisel/dini tercihlerine saygı gösterilmesi gerektiğini öne sürer. bu noktadan hareketle, i̇slami feminizmi anglo-amerikan feminist gelenekten ayıran temel nokta müslüman kadının hem kamusal hem de özel alandaki haklarını ve taleplerini dile getirmesidir denilebilir.