tasavvuf – dertli sözlük
i̇slâmʼın hedeflediği “kâmil bir insan” olabilmek için, dînî hayatı; madde ve mânâ bütünlüğü, zâhir ve bâtın derinliği, akıl ve kalp âhengi, şekil ve ruh beraberliği içinde kavrayıp yaşamak îcâb eder.gerçek tasavvuf, i̇slâmʼın zâhirine ilâveten, bâtın plânında da kavranıp yaşanması gayretinden ibarettir. bu ise meşhur tâbiriyle; “şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârifet” bütünlüğü içerisinde i̇slâmʼı idrâk etmeyi gerekli kılar. buna tipik bir misal olması kabîlinden ifâde edelim ki;şerîatte, doyduktan sonra yemek israftır.tarîkatte ise, doyuncaya kadar yemek israftır.hakîkatte, kifâyet miktarını, allâh’ın huzûrundan gâfil olarak yemek israftır.mârifette de, bütün bunlara ilâveten, nîmetlerdeki ilâhî kudret veesmâ tecellîlerini tefekkür etmeden yemek israftır. zira yaratılmış her varlık, yaratıcıʼsının sonsuz kudret ve azametine birer delil mâhiyetindedir.büyük velîlerden şâh-ı nakşibend hazretleri, çoğu zaman yemek pişirip sofra kurma işlerinde bizzat hizmet ederdi. yemek hazırlanırken ve yenirken, kalben uyanık olup bir an bile gâfil kalmamaları için, talebelerine devamlı tavsiyelerde bulunurdu. müridleriyle birlikte yemek yediğinde, onlardan biri, bir lokmayı ağzına gafletle götürse, derhâl onu yumuşak bir lisanla îkâz eder ve bir lokmayı bile allâhʼı unutarak yemelerine gönlü râzı olmazdı.yemek; zâhiren bir ibadet değildir. fakat allâhʼı zikrederek yenilen her lokma, ibadetlerde feyz ve huşûya vesîle olur. allahʼtan gâfil bir şekilde yenilen lokmalar ise, kalbe kasvet, gaflet ve hantallık verir.“yemek” misâli üzerinden verdiğimiz bu i̇slâmî hassâsiyetleri, âdeta bir şablon gibi, ibadet hayatından âile hayatına, komşuluk münâsebetlerinden ticârî ve iktisâdî faaliyetlere kadar, akla gelebilecek bütün beşerî davranışlara tatbik edebilmekle, gerçek mânâda “tasavvufî derinliğe” ulaşılabilir.tasavvuf; cenâb-ı hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi yüce bir ufka taşımanın diğer adıdır. yani dâimâ ilâhî kameraların gözetimi altında bulunduğumuzun farkında olarak, bu şuur ve idrâk ile yaşamaktır.tasavvuf; bir arınma disiplinidir. allahʼtan uzaklaştıran her şeyden sakınarak “takvâ”ya erebilme yoludur. nefsânî ihtirasları dizginleyip rûhânî istîdatları inkişâf ettiren bir mânevî terbiyedir.tasavvuf; peygamber efendimiz’e vâris olmuş gerçek mürebbîlerin elinde; nefsin tezkiye, kalbin tasfiye edildiği mânevî bir mekteptir.tasavvuf; nefse karşı sulhü olmayan bir cenktir.tasavvuf; ilâhî takdîre her hâlükârda rızâ göstererek allah ile dâimâ dost kalabilme mârifetidir. hayatın med-cezirleri ve acı-tatlı sürprizleri karşısında, gönül dengesini korumaktır. varlıkta şımarmayıp yoklukta daralmamaktır.başa gelen cefâları, ilâhî bir imtihan bilip, bunları kendisine bir tezkiye (mânevî arınma) vesîlesi kılabilme olgunluğudur. şikâyet ve sızlanmayı unutarak dâimâ hamd ile şükreden “güzel bir kul” olabilme mahâretidir.tasavvuf; maddî-mânevî bakımdan kendini ikmâl etmiş mü’minlerin, diğergâm bir gönülle mahlûkâta yönelerek, onların mahrûmiyet ve ihtiyaçlarını telâfî mes’ûliyetidir. yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, muhabbet ve hizmetin, tabiat-ı asliye hâline gelmesidir.tasavvuf; kitap ve sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip hayatın her safhasında yaşamaktır.hâsılı tasavvuf; allah rasûlüʼnü aşk ile yakından tanıyabilme, oʼnun yüce karakter, şahsiyet ve ahlâkından nasîb alarak, dîni, özüne ve rûhuna uygun bir tarzda yaşayabilme gayretidir.bu nevî düsturlarla tezat teşkil eden ve ölçüsünü kur’ân ve sünnet’­ten almayan ne varsa -her ne kadar tasavvufa izâfe edilirse edilsin- bâtıldır.osman nuri topbaş/2014