iran sineması – dertli sözlük
entrika, ihanet, yalan-dolan, ihtiras, lüks gibi kavramların bulaşmadığı nadide sinemalardan.

filmlerdeki bazı davranış ve diyaloglarsa bazen bana ilginç geliyor.
misal; x şehrinde konuştuğun bir çocuk y şehrine kadar senin peşinden koşarak geliyor. evinin avlusunda bekliyor. sen eve girip geri çıkıyorsun sonra çocuğun yanından geçip gidiyorsun. biz de olsa çocuğum senin burada ne işin var, tek başına nasıl geldin onca yolu, anan baban nerede diye bir sorarlar. ama onlar sormuyor.
veya çocuk sesleniyor sesleniyor bi 'efendim evladım' diyen çıkmıyor. çocuğu mu umursamıyorlar, duymuyorlar mı anlamıyorum.

ama yinede muhteva ve anlatılmak istenen hep güzel.
yusuf kaplan'ın 'türkiye-iran-mısır paktı-1: islâm düşüncesi olarak iran sineması' başlıklı yazısından:

.....
fakat hâkim küresel seküler-kapitalist paradigmaya meydan okuma potansiyeli ve dinamikleri sadece islâm dünyasında mevcut: özellikle de türkiye, iran ve mısır'da. burada iran'ı ulus-devlet de olsa kısmen dışta tutuyorum: iran, diğer iki ülkeye göre kendi kaderini kendi ellerine almış, kendine bir yol, rota ve iddia belirlemiş durumda ve tarihî tecrübesiyle bir sürekliliği ifade ediyor bu yolculuğu.

iranlıların sinemada devrim yapmalarını sağlayan şey işte bu süreklilik dinamiğidir. marksist kökenli sinemacılar bile, i̇ran'ın güçlü felsefe, sanat, hikmet geleneğini eksene alarak film yapıyorlar ve ortaya i̇slâm düşüncesinin, sanatının, hayatının film diliyle yeniden-söze döküldüğü, yeniden-ifadesini bulduğu -kelimenin tam anlamıyla- i̇slâmî bir film dili çıkıyor.

bu film dili, i̇slâm düşüncesinin yaşadığı sorunların hem neler olduğunu, hem de nasıl çözümlenebileceğini gösteren ''sıçrama''nın ipuçlarını gösteren son derece özgün bir dil.

''çağdaş i̇slâm düşüncesi'' diye bir şeyden sözederiz ama böyle bir düşüncenin varlığından sözetmek ne kadar mümkün, tartışılabilir bu.

ama -kiyarüstemi gibi marksist kökenli yönetmenler de dâhil- i̇ran filmlerinin, i̇slâm düşüncesinin, estetiğinin film diliyle imajinatif bir şekilde nasıl yeniden-üretilebileceğinin çarpıcı ipuçlarını taşıdığını görüyoruz: teşbih-tenzih spektrumunda, izleyici, yönetmen ve oyuncuyu aynı yerde buluşturan, üçünün de sadece bir keşf çabası değil, aynı zamanda çift yönlü işleyen bir mükâşefe çabası içinde olmalarını sağlayan, böylelikle sinema üzerinden gerçekliğin / hakikatin hem epistemolojik / ilme'l-yakîn, hem fenomenolojik / ayne'l-yakîn, hem de ontolojik / hakk'al-yakîn boyutlarını yani aklı, gözü ve kalbi aynı anda harekete geçiren tek sinemadır, değil yalnızca; tek söz, düşünce ve eylem alanıdır i̇ran sineması.

i̇ran sineması, işte burada sadece sinemada değil, düşüncede de yaşadığımız tıkanmayı nasıl aşabileceğimizi enfes bir şekilde gösteriyor bize: i̇yi de kim görüyor bunu? dinin ideolojikleştirilerek sekülerleştiren ve ideolojiyi putlaştıran bir kafa bunu göremez elbette.