sonbahar
kaldırımdan umursamazca yürümeye çalışıyordum.halbuki o yeşil giysili
kızı takip ediyordum.yolumun üstünden çekilseydi bırakacaktım takip
etmeyi.demek ki ben'de pek bir hükmü yokmuş düşüncesiyle bıraktığım
yalanların yalnızlığıyla hem-dem olmak saadetidir ki uzaklaştırıyor temiz
kalması gereken neyim varsa murdar olanlardan azade eden allah'ın
yardımıyla.şimdi bir sonbahara açılıyoruz.önümüzde rüzgarın uzun elleri
var.yüzümüzü müthiş bir sevimsizlikle okşayan.yine de bir gavurun -kat'i
beklenmez- yüzümüzü okşamasının verebileceği bir farklılık hissetmemiz
gözlerimizi semaya çekiyor.veya güneşin vuruşuyla kısılan gözlerin sahte
bilgeliğiyle bakıyoruz göğe.yazık ki belli etmeden bakıyoruz düşen
yapraklara,yaprakların düşüşüne.ama gözlerimiz ufukta.şu bizden
olmayanların tarzı da böyle değil mi ? görüyoruz. dünyadan haberdar
olmak için televizyon izlerken belli etmeden ölenlere bakıyorlar.ama biz
yapraklara bakınca daldan kopup düşmüş olmamanın sevincini(?) yaşa-
ya-mıyoruz nedense. toprak ve soğuk ve yaprak ve zaman ve tüten
bacalar ve ıslığımsı öten serin rüzgarların kulaktan kalbe inen tedirginlik
verici ve tedirginleştirdikçe manzarayı bir o kadar güzelleştiren o
toparlayıcı sesi... bundan farklı bir sonbahar illâki vardır.ama biz bu
sonbaharı sevdik.seziyorum.i̇çimizden biri bir evin böğründen fışkıran bir
soba borusundan kesik dumanların yükseldiği odunların yanışını
düşünüyor.nedense soba ateşi geçmişi anımsatır.bir zamandan ziyade
sadece bir ânı hatırlatan ve kalbe garip hâtıralar indiren bu ateş beş
kişiyi birden yalnızlığa garkedecek kadar hüzünlüdür.acıktırmaz
adamı.ne bereketlidir o ! ah. savrulup giden dumanların izini takip
ederken bir ömrün bir parça duman gibi savrulup gidişinin temsili midir
bu diye düşünür insan.
kaldırımdan umursamazca yürümeye çalışıyordum.halbuki o yeşil giysili
kızı takip ediyordum.yolumun üstünden çekilseydi bırakacaktım takip
etmeyi.demek ki ben'de pek bir hükmü yokmuş düşüncesiyle bıraktığım
yalanların yalnızlığıyla hem-dem olmak saadetidir ki uzaklaştırıyor temiz
kalması gereken neyim varsa murdar olanlardan azade eden allah'ın
yardımıyla.şimdi bir sonbahara açılıyoruz.önümüzde rüzgarın uzun elleri
var.yüzümüzü müthiş bir sevimsizlikle okşayan.yine de bir gavurun -kat'i
beklenmez- yüzümüzü okşamasının verebileceği bir farklılık hissetmemiz
gözlerimizi semaya çekiyor.veya güneşin vuruşuyla kısılan gözlerin sahte
bilgeliğiyle bakıyoruz göğe.yazık ki belli etmeden bakıyoruz düşen
yapraklara,yaprakların düşüşüne.ama gözlerimiz ufukta.şu bizden
olmayanların tarzı da böyle değil mi ? görüyoruz. dünyadan haberdar
olmak için televizyon izlerken belli etmeden ölenlere bakıyorlar.ama biz
yapraklara bakınca daldan kopup düşmüş olmamanın sevincini(?) yaşa-
ya-mıyoruz nedense. toprak ve soğuk ve yaprak ve zaman ve tüten
bacalar ve ıslığımsı öten serin rüzgarların kulaktan kalbe inen tedirginlik
verici ve tedirginleştirdikçe manzarayı bir o kadar güzelleştiren o
toparlayıcı sesi... bundan farklı bir sonbahar illâki vardır.ama biz bu
sonbaharı sevdik.seziyorum.i̇çimizden biri bir evin böğründen fışkıran bir
soba borusundan kesik dumanların yükseldiği odunların yanışını
düşünüyor.nedense soba ateşi geçmişi anımsatır.bir zamandan ziyade
sadece bir ânı hatırlatan ve kalbe garip hâtıralar indiren bu ateş beş
kişiyi birden yalnızlığa garkedecek kadar hüzünlüdür.acıktırmaz
adamı.ne bereketlidir o ! ah. savrulup giden dumanların izini takip
ederken bir ömrün bir parça duman gibi savrulup gidişinin temsili midir
bu diye düşünür insan.