ramazanın on sekizinci günündeyim, efendim. dışarı çıkmak gelmiyor içimden. sanırım bütün gün evde olacağım. bu ev benim küçük dünyam. i̇çinde kaybolmayacağım bu dünyayı dışarıdaki kalabalık dünyadan daha iyi tanıyorum. galiba bu yüzden burada daha az yalnızım efendim. pencereme kırgın yağmurlar, başını alıp gitti satırlarımdan bugün. kuşlar evimin önündeki kiraz ağacını terk ettiler. sanırım dün ölen teyzenin mezarının başındalar. ben evdeyim efendim. i̇çimde geç kalınmış bir şeylerin pişmanlığı var. efendim içimde eksikliğini onu kaybettiğinde anlayacağımız bazı şeylerin pişmanlığı var. defalarca kapıma gelen teyzenin dua kokan ellerini öperek doldurmadığım için onu kapımdan boş gönderdiğim için çok pişmanım efendim. bugün ve bundan sonraki her gün fatihalarımla toprağı öper gibi onun ellerinden öpeceğim. her duam ona bu ramazan gecelerinde toprağın altında yanan bir ışık olacak. i̇yi insanların dünya yolculuğuna böyle iyi ve mübarek günlerde son veren ölüm, öyle garip bir şey ki efendim. ölüm öyle garip bir şey ki. onun hiçbirimize uzak olmadığını, bu oruç günlerinde daha derinden hissediyorum. her ramazan günü ölüme tutunuyor canım. nefsimin nasırlı kayalarını, mübarek bir dalga olup aşındıran ölüme sığınıyorum geceler ve gündüzler boyu. ölüm varsa aklımda; kibir yok, nefret yok, öfke yok. küslükler zaten uzak. senin, bütün zevkleri kökünden yok eden, ‘ölümü çokça hatırlayın’ sözlerinle iyileştiriyorum uçmakla düşmek arası gidip gelen kırık ruhumu. nefsimin üzerine basa basa geçtiğim, oruçlu günlerimde bu düşüncenin varlığını tadan her hücrem yeniden diriliyor. oruçla gelen ölümle yeniden doğuyor gibiyim. bu mübarek ramazan, ruhuma ölümü sevdirdi efendim. bu mübarek ramazan günleri nefsime ölümü sevdirdi. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.