ramazan günlüğü – dertli sözlük
gecenin ortasına kurulmuş bir sofra...elini yüzünü yıkayıp,sofraya oturmuş ama henüz uykunun mahmurluğunu da atamamış çocuk yüzler.sonra ilk oruç,ilk niyet.şehirdeki birçok evin penceresinden ışık sızıyor.gecenin içinden yükselen ezanla birlikte kandiller sönerken sokaklarda camiye doğru sakince ilerleyen adımlar ve gölgeler görünüyor.uzun ve sıcak bir gün içinde ilerlemeye başlayan ruh ve beden birbirine sayısız şeyler söylüyor.zamanı geriye doğru hızla taradığımızda ufukta sen varsın efendim.senin hayatındaki o eşsiz sayfalar ve bu dünyaya bakma biçimin.hani o, yiyecek varsa bir şey yiyip,bir şey yoksa oruç tuttuğun normal hayat akışın.bize söylediğin ne varsa,onları eksiksiz olarak kendi nefsinde uygulayışın.bazen aç kalışın seninle birlikte yiyecek hiçbir şeyi olmayan ailenin ve sahabeden dostlarının da aç kalması.biz ramazanda sanki bütün bunları anlamaya biraz daha yaklaşıyoruz.oruç tutmak, daha ilk saatlerden başlayarak,kendimizi,dünyayı,eşyayı,zamanı ve elbette seni başka boyutlarda algılamanın kapılarını açıyor.kapıdan girip,ilerlerken bazen kendimizi zamana dokunur gibi hissediyoruz.sabahın,öğlenin,ikindinin içinden duygularla geçip akşama başka bir hassasiyetle yaklaşırken,ramazan diyoruz.bu kelime, mekke'den başlayarak dünyanın, zamanın ve kainatın içinde geziniyor.akşam ezanı, iftar yaklaşırken mahalle camisinin minaresi giderek bir zamanın mimarisinin zirvesi oluyor.ezan okunuyor ve biz görünmez bir ruh bayrağını zirveye dikiyoruz ve bismilllah diyoruz.elimizi helal bir lokmaya uzattığımızın bilinciyle yeniden bu dünyaya dönüyoruz.bugün mübarek ramazanın birinci günü efendim.(*)
bismillah diyerek oturduğumuz sofra,iftar sofrası.dünyanın her yerinde,oruç tutan her müslümanın akşam kurduğu sofra bir gök sofrası.akşama kadar özenle yürünen bir yolun sonuna gelmiş,bir yolcuya açılan bir gök sofrası.daha ezan bitmeden suya, ekmeğe,zeytine, hurmaya uzanan eller ve suyu dünyada ilk defa içiyor gibi bir duyguyla içmek.hamd etmek.zeytin ısırıldığında,ekmekten bir lokma,çorbadan bir kaşık alındığında hissedilen o insani duygu.hamd etmek.şükretmeye ne kadar muhtacız. bu anı dondurmak ve orada kalmak mümkün mü? değil.zaman eğilip bükülüyor ve kendi mecrasına bizi de alarak akmaya devam ediyor.oruçlar ve ramazanlar bir bir gelip geçerken, kısa süre içinde kendimizi yaşlılığın kıyısında buluyoruz ve şöyle diyoruz kendimize;ya şükürsüz geçseydi bir ömür.şükür ki, şükürsüz geçmedi.ramazan bizi getirip,şükür kapısının önüne bırakmıyor mu?sevmeyelim de ne yapalım bu kutlu iklimi.bugün ramazanın ikinci günü efendim.
oruç gelip, içimize konakladığında en ücra köşelere kadar içimizin her yerini dolaşır. bize, bin dört yüz yılı aşan bir zaman boyutunun evrensel anıtlarını getirir. hirayı getirir. cebraili hatırlatır. kâbe’nin altı yönüne baktırır. uhut der. bedir der. ali, ayşe, fatıma, osman, ebu bekir, ömer. yüzyıla kalmadan doğuda ve batıda yükselen hilali getirir. atlar, çöller, dudaklardan yükselen çok ışıklı ayetler ve sen efendim. sonsuz iyi ve sonsuz karanlık sanki biraz hüzünlü. bunların hepsini oruç bazen bir anda getirir.bazen içimizde dolaşırken yavaş yavaş belirir kitabın sayfaları.zamanın geçiciliğini,insanın bir yolcu olduğunu,ve dünyanın biraz da büyük gün için döndüğünü ramazanla anlarız.i̇çimizden sessizce anlarız.bunu birine anlatsak,anlattığımız şey incinecek gibi sanki.biraz sakınarak anlarız.anlarız ve seni bir daha düşünürüz.düşünürüz ve kur’an’a bakarız.bin dört yüz yıldır baktığımız gibi.eğiliriz,senin başlattığın o, eski ve büyük içimize.fetihleri ve bozgunları yeniden yorumlarız.bir çiçeği,bir ekmeği,bir bardak suyu yorumlarız yeniden.gür sesler, yeniden yürürlüğe girerken yeryüzünde,ekmekle aramıza giren mesafenin yer ile göğü birbirine yakınlaştırmasına bakar kalırız.bugün ramazanın üçüncü günü efendim.(*)
şefkat dolu bir ses gecenin içinden çocuğu sofraya çağırıyor.gecenin ortasına kurulan bir sofraya,dünyanın en masum sofrasına.çocuk, biraz dalgın bir şehzade gibi gelip oturuyor, sahur sofrasına.biliyor bu sofranın, farklı ve aydınlık başka bir sofra olduğunu.bilemeyiz,belki büyüklerin göremediği melekleri,çocuk görüyor sofrada ya da yarım bıraktığı rüyasında.annesi,babası biraz da şundan ye,gün uzun olacak diyorlar.bir bardakta su iç emi.söylenenleri yapıyor çocuk.büyük, değerli bir gök ödevini yapacağını biliyor.oruç tutmanın başka hiçbir şeye benzemeyen deneyimini gerçekleştireceğinin farkındadır çocuk.hiç olmadığı kadar birden büyüyeceğinin.büyükleriyle aynı yolda,aynı biçimde yürüyerek,büyüklere mahsus bir şeyi yaparak ansızın büyüyeceğinin farkında.i̇lk oruç,asla unutulmayacak bir gün.akşam yaklaşırken çocuk biraz bitkin ama kesin kararlı duruşunu sürdürmektedir ve ezan okunduğunda,artık o bir fatihtir.ali gibidir o, efendim.çocuktur ve derinden inanmıştır.her çocukta,çocuk ali’nin inanışından bir iz vardır.iftar ve sahur sofralarımızı çocuksuz bırakma ya rabb.çocukları çok seven efendimiz aşkına bizlere de çocukları anlama ve onlarla birlikte dünyayı güzelleştirme gücü ver.bugün ramazanın dördüncü günü efendim.
hilal her göründüğünde, içimizde yeni bir tazelenmenin, başlangıcın ayak seslerini duyarız. ramazan hilali ise; bireysel olarak içimizde başlattığı yürüyüşün yanında, topyekün bir i̇slam ümmetinin tarihsel hafızasını da harekete geçirir. i̇çinde bulunduğumuz anın, tozlarını üfüre üfüre bizi efendimiz dönemine kadar incecik görünmez zaman iplikleriyle bağlar.bir bakarsın,medine de mescidi nebevi’nin yapımını izliyorsun.bir bakarsın,endülüs’te bir gül bahçesinde tefekküre dalmışız.bir bakarsın,anadolu’da yunus’la mevlana ile şiir okuyoruz.bir bakarsın,horasan’da bir gönül eriyle yürümekteyiz.bir bakarsın,istanbul’da süleymaniye’nin kubbesinden, ayasofya’nın kubbesine gül atıyoruz.bir bakarsın şam’da emeviyye cami’de bilali habeşi’nin okuduğu ezanı dinliyoruz.bir bakarsın,mescidi aksa’da ayak izini arıyoruz.bir bakarsın,gül alıp,gül satıyoruz.hilali ilk gördüğümüzde,onun o keskin inceliği,içimize atılan tarihsel bir çizik gibidir.hilal değiştikçe,yavaş yavaş büyüyerek,bizi her gün başka bir görüntüyle selamladıkça,biz de onun bir iz düşümü gibi ramazanın içinde yavaş yavaş yol alarak,her gün yeni bir menzile varırız.belki de hilalin bir ucundan başladığımız bu güzel yürüyüş,hilalin diğer ucunda sona erer.hilal kendi içinde dolunay olup,sonra tekrar hilal oluncaya kadar incelirken, biz de oruçlu bir kul olarak kendi varoluşumuz içinde bu büyüme ve değişim tüm hallerini gün be gün keskin bir bilinçle yaşarız ve senin parmağınla ayı ikiye bölüşün gelir önümüze efendim.gelir ve gitmez.bugün ramazanın beşinci günü efendim.
yaşadığımız zamanlar, çok karmaşık ögelere sahip olmasına rağmen bize yansıması tuhaf biçimde basit ve can sıkıcı zamanlar.dünya nüfusunun büyük bir bölümü, her gün belirli zamanlarla, belirli hareketleri tekrar eden canlılar olarak yaşıyor.zamanın akışını çoğu zaman sistemler belirliyor ve insanın kendine ait zaman planlaması oldukça cılız kalıyor.oruç,zaman insan ilişkisinin bu yeknesaklığını oldukça radikal biçimde kırıyor.geceden başlayarak,yeni ve başka bir zaman aralığı insanla buluşuyor.çok hızlı geçtiği bilinen zamanın birden yavaşladığını yer yer durduğunu müşahede ediyoruz.yalnızca zamanı değil,eşyayı,nebatatı,hayvanat ve en önemlisi kendimizi,insanı da yeniden keşfediyoruz.sonra bütün bu değişimin ve şeyin sahibi yüce varlığa çeviriyoruz içimizi.ondan geleni bize aktaran ve hayatıyla nasıl yaşamamız gerektiğini gösteren sevgili efendimizin,zamanda bıraktığı kutlu iz.o ize yakından bakıyoruz,tazeleniyoruz.dünyayı ve kendimizi bazen kısa bir an da olsa arkamızda bırakıyoruz.bunu oruçluyken yapıyoruz.oruçluyken kendimize gelip,sonra gitmemiz gereken yere gidiyoruz.bugün ramazanın altıncı günü efendim.
ramazanın içinde ilerliyoruz. her oruçlu gün, bizi varlığın başka bir durağına bırakıyor. ayetlerin, hadislerin, duaların, ilahilerin içinden geçen varlığımız sanki bir aylık özel bir tedrisatı tamamlayıp, bir ruh icazeti alıyor. bunu bütün müslüman kardeşlerimizle birlikte yapıyoruz. hilal bu gök eğitiminin ebedi lambası gibi. oruç tartışmasız bir hoca, akşama kadar bize unutamayacağımız dersler veriyor. kanaat diyor, nefs diyor, terbiye diyor, fakir diyor, dağıt diyor, anla diyor. suya bak ve onu yen diyor. ekmeğe bak ve onu yorumla diyor. sukut et, hayır söyle; yalana, dedikoduya kendini kapa diyor. göklere ve toprağın derinliklerine bak diyor. şükret, fikret, zikret diyor. şeytan diyor, melek diyor. hayvan diyor, insan diyor. hayat diyor ve ölüm diyor. cebrail, azrail, mikail ve i̇srafil. sabah, öğle ve ikindi derslerimiz bitip,akşam olduğunda,hocamız oruç,iftar zilini çalıyor.o sırada,hilal gökteki yerini,çoktan almış oluyor ve soframızı kuruyoruz,dünyanın her yerinde.gül kokularını duyup,seni andığımız zamanlar oluyor.ramazan içimizi büyütüyor sürekli.içimizden dağlar,denizler geçiyor. mekke, medine, kudüs, bağdat, şam, i̇stanbul, kurtuba, bosna, buhara, i̇sfehan, kahire, bombai. her ramazanda oruç iplikleriyle yeniden birbirine bağlanıyor.bugün ramazanın yedinci günü efendim.
oruç ve insan birbiriyle karşılaştığında, oruç değişmez. i̇nsan değişir. çünkü insan değişen, oruç değiştiren bir iç mimariye sahiptir. oruç insanı değiştirirken, insanı aşağı doğru çekmez. yukarı doğru,yani yükselterek değiştirir. i̇nsan, oruç tutarken yükseldiğini hisseder. bir oruçlu, bedensel olarak halsizmiş gibi algılansa da aslında iç dinamiklerini harekete geçirmiş, her zamankinden daha duyarlı, daha hassas bir varlığa dönüşmüştür. çünkü oruçlu insan, bazı günlük işleyiş tekniklerinden özgürleşmiştir. bu sebeple de hafiflemiştir. her şeye başka katmanlardan bakabilme inceliğine kavuşmuştur mesela. mesela su içme ve yeme zorunluluğunu bir günle de sınırlı olsa da bırakabilmek. zannedildiği gibi oruçluyu güçsüzleştirmez. su ve ekmeği günlük zorunluluk listesinden çıkarma ve buna dayanma, direnme gücü, o ihtiyaçtan bağımsız hareket edebilme, ayakta kalabilme alanımızı işaretler. oruçlu, bu eşsiz deneyimi her gün yaşayarak, günün sonunda allah için gösterdiği irade ve sabrın bayrağını,müslüman varoluşunun burçlarına diker.i̇ftar saati, yeryüzünün her yerine dikilen bu bayraklarla donatılmıştır. i̇ftarda namaz saatleri gibi, yeryüzünü dolaşır durur. ramazan ayında dünyanın her noktasını ya sahur, ya oruç, ya iftar ya da sonrasındaki zaman selamlar. i̇nsanda ve coğrafyada daima oruçtan bir iz kalır. i̇z, takibi halinde ulaşılacak yegane ufuk efendimiz. bugün ramazanın sekizinci günü efendim.
müslüman saati, oruçla biraz daha dakikleşir. günde beş defa ve değişen aralıklarla zamanı işaretleyen insan, oruçla birlikte zamanı, an ve an yeniden yorumlama imkânlarına kavuşur. oruç, zamanı keskin bıçaklarla anlara bölerek, günün ve gecenin içine sayısız parçalar halinde serper. her yanından sayısız kar taneleri gibi savrularak geçen bu zaman parçacıklarının her birine dokunacak kadar incelmiş algısıyla, kendisinin biraz ötesine geçip, zamana ve kendisine yeni pencerelerden bakar. bir pencerede kendi zamanını yaşar, bir pencerede efendimizin zamanına göz atma, bu zamanı hissetme imkânı yakalar. bir pencerede insanlığın genel toplamına, yarının yollarına bakar ama her halükârda, insan zaman ilişkisini hissetme ve anlama yeteneği, ramazanda olağanüstü bir tutarlılık ve niteliğe bürünür. oruçlu insan, zamandan elbiseler giyer. zamandan mimariler oluşturur. kişisel tarihimizin buruşuk, bulanık kimi arka planları, oruçla birden billurlaşır. i̇çimizde ansızın bir tevbe kapısı aralanır. geçmişimizi onarma, hırpalanmış, örselenmiş yanlarımıza merhem sürme gereklilik ve imkânlarını hissederiz. sonra başımızı secdeye koyarız. biz küçülürken, içimiz büyür. allahım deriz, başka bir şey demeyiz. bugün ramazanın dokuzuncu günü efendim.
her ramazan bir oruç bahçesi oluşur toplumda. i̇yilik, sanki biraz daha somutlaşmıştır bu bahçede. merhamet daha yoğun bir dolaşıma girmiş, bakış ve duyuşlar daha incelmiştir. bu bahçe, her oruçlunun içinde ayrıca oluşmuştur. gülden, merhametten, iyilikten, güzel sözden, şükürden ve diğergamlıktan ibaret bir bahçe. bu bahçe, hem bir kişiye özel hem herkese açık. kötülüğe, düşmanlığa, çirkin söze yer yok bu bahçede. bir bahçe ki; ağızlar sadece hayrı söylemek için açılıyor. bir bahçe ki sınırları kalpte başlıyor, kalpte bitiyor. öyle büyük, öyle benzersiz. kimi gözyaşlarıyla suluyor bu bahçeyi. kimi tefekkürle, kimi zikirle. her sahur fidanlar dikiliyor. her iftar meyveler toplanıyor bu bahçede. oruçlu insan, bazen kendisini bu bahçede gül olarak görüyor. bazen ulu bir ağaç. oruç tutan bir çocuk, kuşlar gibi bu bahçede. esenliğin, iyiliğin, hayatın menbaı oluyor bu bahçe. bahçevan ki sen, bahçe kim sen, sen kimsin, oruçlu bir kul. hay’dan huya giderken, bu bahçeye düşmek ne hoş. bu bahçede milyarlarca kardeş bulmak. ebedi bahçedeki ebedi efendimize selam bu bahçeden. bugün ramazanın onuncu günü efendim.
efendim ramazanın on birinci günündeyim. bugün sessiz bir yağmur geçiyor içimden. yüreğimin içine sığdırdığım yüzlerce dua eli, bugün yağmur duasındalar. her gün biraz daha ölen nefsimi, solgun bir ceset gibi gömdüğüm orucumun üstüne tertemiz yağmurlar diliyorum. belki nisandan kalma ılık bir yağmur belki bir kırk ikindi. adının hiçbir önemi yok efendim. eğer yağarsa, mor menekşelerimi camın önüne koyup, gök suyuyla sulayacağım bugün. radyomun sesini birazcık kısacağım. çatılara düşen yağmurun sesini daha iyi duyabilmek için. bütün işimi, gücümü bırakıp, penceremin önüne biriken sulara konan yağmur yorgunu kuşları seyredeceğim. cama vuran yağmur damlalarını izlerken, çıplak ayaklarla bastığım topraklarda büyüyen, çocukluğumun huzurlu günlerine gideceğim. saçlarım toprak kokacak, avuçlarım yağmur. şeytana giden yollarda düşüp kalkmaktan kanayan yaralarım kapanacak. i̇yileşeceğim efendim. eğer yağarsa, içimin göklerinden dökülen yağmurlar ıslatacak şükür secdelerimi. yetişkin vakitlerde çocuklar gibi ağlayabilmenin, yağmurlar kadar büyük bir nimet olduğunu fark edeceğim. gözlerim ileriye bakmaktan yorgun düştü artık efendim. bugün yağmur yağarsa eğer, gökyüzüne çevireceğim yüzümü ve yağmur taşıyan meleklerin, kanatlarını, kirpiklerini öpeceğim. bütün işim, gücüm yağmuru seyretmek olacak bugün. yağmur duasına çıkmış küçük bir karınca gibiyim efendim. açtım penceremi, çıktığı rahmet yolculuğundan göğümüze dönecek damlaların yolunu gözlüyorum. annemin fatihaları kadar bereketli bir yağmur geçiyor içimden, sana günlüğümü yazarken. anladım ki ben toprağa ve yağmurlara aidim efendim. i̇çim çocuk hâlâ. gökyüzü hâlâ en çok sevdiğim kardeşim. eğer yağarsa efendim, avuçlarımda biriktirdiğim yağmur damlalarıyla açacağım bugün orucumu. yağmazsa eğer, orucumu yağmur duasıyla ve toprak kokan ekmeğimle açacağım. yani efendim, bugün soframda hep yağmur olacak. saat kaç olursa olsun, ıslanmak için dışarı çıkacağım. şimdilik bu kadar. i̇yi ki benimlesin efendim
ramazanın on ikinci günündeyim. bugün üzgünüm efendim. i̇çimde gecenin içinde yitirilmiş, huzurlu bir seherin sancısı var. güneşi içinden çekilmiş bir sabaha uyanmış gibiyim. bu gece sahura kalkamadım efendim. gözlerimi yorgun düşüren gaflet uykusundan, ruhumu ağlarına düşüren karanlık rüyalardan yatağıma döndüğümde uyandım. bu gece rüyamda gördüğüm hiçbir şeyi hayra yoramadım efendim. efendim, gözlerimi açtığımda kapalı camlarıma çarparak, boynu bükük geri dönen ezan seslerinin yaralı kanat izleri duruyordu penceremde hâlâ. yüreğim dualarla uğurlayamadığım sabah ezanının acısından incindi bugün. büyüyünce kalkarsın diyerek, beni sahura kaldırmayan anneme, o daha çok küçük bırakın uyusun diyen babama, içten içe kızamadım bu kez. kimseye kızamadım efendim. hatta kendime bile. ruhumun, sahurun en bereketli anlarına kurduğum saati, gördüğüm rüyaların karanlığında durmuştu bu gece. bu yüzden kendime bile kızamadım. şimdi sadece çok üzgünüm efendim. kalbimin, alnımın af secdelerine bir kat daha fazla ihtiyacı var bugün. i̇ç çekerek hiçbir şey düzeltemeyecek aciz dudaklarımın, her tespih tanesinde allah’ın ve senin adını anarak tövbe çekmeye her zamankinden daha çok ihtiyacı var. bana birazcık bozulan orucumun gönlünü hoş edebilmek için, gözü yaşlı dualarıma daha çok ihtiyacım var. efendim, bugün benim sana çok ihtiyacım var. uykuya yenik düşen gözlerimin paslandırdığı gönül aynama şefaatini diliyorum. artık bütün saatlerimi yalnızca sana kuracağım efendim. bütün saatlerimi sahurun bereketli saatlerine kurup, senin şefkatli ellerine bırakacağım. efendim, bu günü benden önce omzuma yazan meleklere emanet edeceğim bundan sonraki oruçlarımı. bu günlük bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
efendim, tam iki haftadır eteklerindeki gümüş rengi kuş tüylerini ruhuma doldurmasını dilediğim orucun adımlarını izliyorum. ramazanın on dördüncü günündeyim. her gün ruhuma beyaz bir kanat daha ekleniyormuş gibi biraz daha hafifliyorum efendim. kendini göklerden gelen rahmet rüzgarına emanet ederek savrulan küçük bir yaprak gibiyim. başımdan ve omuzlarımdan dökülen günahlarımın ağırlığını secdeye giden alnımın derin izlerine baktığımda fark ediyorum. her şeye ve herkese tepeden bakan nefsim, şimdi ruhuna fatiha bekleyen solgun bir ölünün yüzü gibi efendim. efendim, oruç cennetten göğümüze uzanmış mübarek bir ağacın dallarında büyüyen bir meyve gibi düşüyor avuçlarıma. güneş kadar olgun, yağmur kadar bereketli bir meyve gibi. ona baktıkça doyuyor gözlerim. yedikçe, dünyaya ait ne varsa tadı her geçen gün biraz daha siliniyor damağımdan. orucun ruhumda bıraktığı tatla bütün hücrelerimle birlikte yenileniyor gibiyim efendim. bu ramazan hiçbir şeyin tadını özlemedim efendim. özlediğim tek şey, bir ağaç gölgesi altındaki küçük ahşap masada içtiğim, bir bardak çay ve ona kan kırmızı rengini veren dost sohbetleri oldu bu ramazan. çay olmassa hep bir eksik kalan muhabbetlerin, gülmekten kuruyan boğazımızı yumuşatmak için aldığımız büyük yudumları özledim. efendim, ben bugün sana günlüğümü yazarken cama vuracak birkaç damla yağmurun ve elimin ucunda duracak bir bardak çayın kokusunu özledim. özlemek, ne güzel şey efendim. özlemek ne güzel şey. i̇çindeyken kıymetini bilmediğimiz her şeyi bize özleten bu ay, ne güzel bir ay. efendim bu günlüğümü yazdıktan sonra yapacağım ilk iş bir dostumu aramak olacak. eğer gelirse çayımı, bir dost sesinin sıcaklığında demleyeceğim. yanımda dostum, yüreğimde sen olacaksın efendim. eğer bir de pencereme birkaç damla yağmur düşerse efendim, bu çayın tadını hiçbir zaman unutmayacağım. şimdilik bu kadar efendim, iyi ki benimlesin.
efendim, ramazanın on altıncı günündeyim. i̇çimde sebebini çok iyi bildiğim bir huzur var bugün. taşları hurma çekirdeklerinden yapılmış, mübarek bir tesbihin on altıncısına dokunuyor ellerim. çoğalıyor mu yoksa azalıyor mu karar veremediğim, ramazan günlerimin on altıncısındayım. azalan her gün kaynağını yeni bulduğum, bir hayat suyunu yitiriyormuşum gibi telaşlandırıyor beni. geriye kalan günler, önümde yükselen rahmet zirvesi. efendim, bugünlerde safa ile merve arasında gidip gelen bir yolcunun hali içindeyim. boğazıma düğümlenerek biten her orucumu, avuçlarımda biriktirdiğim dua damlalarını yudumlayarak, yutkunuyorum efendim. ellerimi göğe her açtığımda, yerden göğe baharsız büyüyen yemyeşil bir ağaç var bugünlerde. yitirdiğim ve kazandığım her şeyin ardından, gölgesine sığındığım bu dua ağacına her baktığımda, cennetteki baharların gölgesi düşüyor yüreğime. sen düşüyorsun efendim. hiradaki duaların düşüyor, aydınlanıyorum. hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum dediğimde, kaldığım yerin dualar olduğunu bu ramazan fark ettim efendim. bu dünyadan yanımda götüreceğim ve benden bu dünyaya kalacak tek şeyin bu dua ağacı olduğunu bu ramazan fark ettim. elleri saçlarımda gezen dedemin; bu dünyadan giderken bir dikili ağacın olsun, diyerek çocuk gözlerimi tembihleyişini şimdi yeni yeni anlıyorum. dedemin bana öğrettiği her duayı bugün, yüzyıllar öncesinden bana gönderilen mektupları açar gibi öpüp başımın üzerine koyuyorum. efendim, sana bu satırları yazarken kelimeleri düşünüyorum. hafızamda bir duanın içinde yer alabilmek için dönüp duran sayısız sözcük var. kelimeleri anlamıyla güzelleştirecek bir dua yazmak istiyorum bu günlüğüme. bu koskoca ömrümden bana kalacak, içinde sen olan, her hecesi sen kokan, bana ait tek bir dua cümlesi olsun istiyorum efendim. beni içine alan, benimle allah’ın arasında bir sır olarak kalacak küçük bir dua cümlesi. bugün bildiğim bütün kelimeleri bu duayı bulmak için çağıracağım. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.