ramazan günlüğü – dertli sözlük
ailemden uzakta ilk ramazanım. içimde hasretlerin olduğu bir ramazanın içindeyim.
hiç tanımadığın insanların arasında allahı bulmak allahı anmak allahı zikretmek.. tarif edilmesi çok güzel bir duygu.. yürekteki hasretler, hüzünler allahı çokça hatırlatıyorsa ve bir şeyler yapmak için diriltiyorsa insanı yeniden, o zaman dünyada yapılacak olanı yürütmemiz gerektiğinden gayemizi doğru yöne çevirip oradaki insanları bulmak, aynı ruhların bir arada olduğu yerde güzelleşebilmeye çalışmak.. fakat bu yere gelmeden önce elbetteki yabancı ruhlar bize bir imtihan, hiç samimi gelmeyen o bakışların ve sohbetlerin içinde kendi benliğini sürdürmek zor olsa da tek başına kaldığı zaman insana rabbim bir huzur bahşediyor elhamdülillah.
yaşadığım yerin yakınlarında bir lokanta var. normalde akşam 7-8 de kapatır. biraz tok satıcı. neyse. gece geç saatlerde geçerken camında bir yazı gördüm "i̇ftarda açığız" iyi dedim bak ne güzel gündüz kapalı herhalde. birkaç kez gelip destek olunabilir. birkaç gün geçti, iftardan 40-45 dakika sonra geçerken baktım kapalı. açık olsa belki fiyatları falan soracağım. ama herşey derli toplu ve kapalı. herhalde dedim tamamen kapalı ramazanda. neyse yine bir iki gün sonra gündüz geçerken bir baktım, açık. sonra dahi anlamında kullanılan de aklıma geldi. ve ramazanda da açığız diye reklam yapan o yerler... ne diyelim, dikkat etmek lazım.
ramazanın yirmi altıncı günündeyim. bu gece kadir gecesi efendim. yüzümü göğe çevirdim. gözlerimi bu gece ardına kadar açılacak gök kapılarına çevirdim. bekliyorum efendim. i̇çime işlemiş, çaresizliğimi ve yalnızlığımı bir kenara bıraktım. acizliğimi de alarak sessizce durdum. dualı ağızlarıyla göğe bakan karıncaların ardına. karıncaların dualarına sığındım. kirpiklerimi ıslatacak şefkat yağmurlarını bekliyorum efendim. efendim zaman bir kelebeğin kanatlarında sanki bugün. kozasından yeni çıkmış bir kelebek, kanatlarında taşıyor sanki zamanı. efendim her dakikası, her saniyesi bir ömür kadar bereketli, bir o kadar da narin vakitlerdeyim. böyle vakitler beni çoğaltıyor efendim. bir geceye bir ömür sığabileceğini hissetmek çoğaltıyor gözü yaşlı şükür secdelerimi. her secdemde vakitsizleşiyorum efendim. her secdemde zamansızlığı tadıyorum. biliyorum efendim, benim sözlerimin hiçbir önemi yok bu gece. bir tövbenin ve bir dua cümlesinin içinde yer almayan, hiçbir sözün önemi yok. sarf ettiğim bütün dünyalık sözlerden yüz çevirdi dilim. seslere ve sözlere dair ne varsa unuttum hepsini. bir sessizlik orucu tutuyor dudaklarım. susuyorum efendim. sadece düşünüyorum. günahlarla eskiyen ruhumu üzerimden, çıkaracağım bir koza geçiyor aklımdan. bir mağara, bir karanlık, bir hira düşünüyorum efendim. bir gece geçiyor aklımdan, yerden göğe kadar kanat. kanatların üstünde gecenin kalbine inen, kutsal bir söz susturuyor, dinleyerek uyutulduğum bütün masalları. okuyorum efendim, sözlerin en güzelinden kainatı okuyorum, seni okuyorum, kendimi okuyorum. ruhumu açıp, yüreğimi abı hayat dolu avuçlarında yıkayan sürelere sığındıkça diriliyorum. efendim, senin hira’ya sığınışın gibi her harfi, her hecesi içimi şeytanlarını taşlayan ayetlerle sığınıyorum bugün. her çevirdiğim sayfayla birlikte ağlamanın bir nimet olduğunu hissediyor gözlerim. her damlam deniz, her tövbem kevser, her duam kurak topraklarıma yağan rahmet yağmuru. bu gece az diye bir şey yok efendim. bu gece mahrumiyet diye bir şey yok. göğe açılan avuçlarımız için. bize emanet bıraktığın kadir gecesi sadece serin sarındığın yalnızlığa sığabilirdi efendim. böyle mübarek bir gece ancak ramazana sığabilirdi. zamanı sonsuzluğu içinde hiçleştiren, böyle kutlu bir gece ancak orucun kalbine sığabilirdi. bu günlük bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
penceremin önündeyim efendim. yağmurda üşüyen bir kuş gibi kondum penceremin önüne, çıkmıyorum. suskunum efendim. halim bir tuhaf. kendi kendimle bile konuşmaya takatim yok. sadece seninle konuşacak gücü buluyorum kalemimde. sadece sana yazacağım kelimeler bozabilir suskunluğumu. efendim, ramazanın yirmi beşinci günündeyim. bugün masamı hemen pencerenin dibine çektim. şimdi gökyüzünü daha iyi görüyorum. yanımda elimden yeni bıraktığım, çevrilmekten yorgun düşmüş sayfalarıyla hızırla kırk saat kitabı var. bu kitap bana günlüğümü hatırlattı efendim. yazarın her gün bir saatini ayırarak, kırk günde yazdığı bu kitabı, her gün bir saatimi ayırarak sana yazdığım günlüğüme benzettim. ramazan bittiğinde benim de sadece sana adanmış mübarek saatlerim olacak efendim. ramazan bittiğinde seninle konuşarak doldurduğum bu günlüğüm en güzel anım olarak kalacak. bu günümü eşyaların yerini değiştirmekle geçirdim efendim. susmak ve konuşmak istemediğim zamanlarda yaptığım gibi bütün günümü eşyalarımın yerini değiştirmekle geçirdim. denizin suyunu bir kaşıkla boşaltmaya çalışan bir çocuk gibiydim. oradan oraya götürdüğüm eşyaların karmaşasında avutmaya çalıştım kendimi. zihnimin karışıklığını toparlayabilmek için onlarca gereksiz eşyanın varlığı arasında kayboldum saatlerce. ne garip değil mi efendim insan eşyaya alışmadan edemiyor. i̇nsan, onu dünyaya ait hissettiren eşyayı sahiplenmeden yaşayamıyor. düşünüyorum da efendim, zihnimin karışıklığının sebebi de bu sanırım. kendini dünyaya ve eşyaya alıştırmış bir bedenin ve bu dünyaya ait olmadığı için bedenime sığmayan kanatlı bir ruhum var. i̇ki arada kalmaktan yoruluyor yüreğim. sanırım ruhumu ve bedenimi aynı iftar sofrasında buluşturan bu ramazan günlerini bu yüzden çok sevdim efendim. suskunluğum onun gitmeye dönük adımlarını duyduğumdan. efendim birkaç gün sonra en güzel anlarımı sakladığım bir albüme bakar gibi bakacağım bu günlüğe. biraz buruk, biraz tebessümlü. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
efendim ramazanın yirmi dördüncü günündeyim. bugün bir ağaç geçti içimden, dallarından güneş damlayacak. yüzüme ve ellerime yapraklarının gölgesi düşecek bir ağaç. i̇çimden geçenlerin peşine düşmek için çıktım bugün dışarı. ağaçlardan çok daha hızlı büyüyen, beton binaların yükseldiği bu şehirde sığınacak bir ağaç gölgesi bulabilmek, çoğunu eksiltti adımlarımın. yürüdüğüm uzun dakikaların ardından şimdi buradayım efendim. yaşlı bir çınar ağacının gölgesi düşüyor, sayfalarımın üstüne. bu günümü varlığımı umursamadan gelip geçen karıncaların yanında, bu yaşlı ağacın şahitliği altında yazacağım. efendim çimlerin üzerine oturduğumdan beri ürkütmemek için gözlerimi kırpmadan, sakince izliyorum yeryüzünü. düşünmek için başımı gölgesine dayadığım, o ağaç. kanatlarına göğün mavisini yüklenerek, üstümüzden uçan kuşlar. mevsimler, tarihler, saatler, insanlar. gözlerimi kapattım, güneşi izliyorum. o da üzerindeki milyonlarca göz iziyle beni izliyor. ben sadece senin gözlerini arıyorum efendim. gözlerimi kapattım, güneşin beni gittiğim uzak diyarlardan kendime getiren, çağlar öncesinden kalma masalını dinliyorum. her şey öyle bir değişmez döngü içindeki efendim. her şey öyle şaşırmayan bir denge içerisindeki kainatta. şu anlarda hiç tanımadığım, muhtemelen hayatım boyunca da hiç tanımayacağım yüzlerce insan ölüyor. ölenlerin boşluğunu doldurmak için yüzünü belki de hiçbir zaman görmeyeceğim, yüzlerce bebek doğuyor. her gün yeniden dolup boşalıyor gibi dünya. bu dünyada her şey değişiyor efendim. doğumun ve ölümün dışındaki her şey değişiyor. tıpkı efendim, namaz kılanların ve oruç tutanların değiştiği, oruç ve namazın dünya durdukça asla değişmeyeceği gibi. ruhum beni kendime getiren bu ramazan günlerini, bir dost kadar derinden sevdi efendim. ruhum, sırrını oruçlu zihnime açan güneşin masalını dinlemeyi çok sevdi efendim.
bugün ramazanın yirmi üçüncü günü efendim. allah’ın selamını sağnak sağnak üzerime yağdıran, mübarek bir cuma günü. yüzünü gitmeye dönen bu mübarek günlerde, bir kez daha eriştiğim bu cuma vakti, dualarımla içime su serpiyor. dalgalarım huzurun kıyılarına vuruyor. sabahtan beri hiç olmadığım kadar sakinim. i̇ftara daha epey vakit var. önümde boşlukları yavaş yavaş dolan günlüğüm, elimde bitmeye yaklaşmış kurşun kalem. bu dakikalarda tek kişilik masanın başındayım efendim. gökyüzüyle aramdaki tek engel kapalı penceremdi, onu da ardına kadar açtım. perdemi havalandırdıktan sonra içeriye yayılan, şefkatli bir el gibi yanaklarıma dokunan ılık rüzgarı selamlıyorum, satırlarımla. efendim rüzgar ruhuma dokundukça; kaybetmişken bulmuş, kaybolmuşken bulunmuş gibi hissediyorum. yanağıma, sıcacık selamlarla dokunan bu rüzgarın yabancısı değilim efendim. uyanan gökyüzünün, ısınan toprağın, dualı bir seher rüzgarının şahidiydim bu sabah. boşluğa attığım adımlarımı kıymetlendiren, bir cami yolcusuydum. yanımdan gelip geçen gölgelerin fazlalığıyla sevinen, garip bir hal vardı üzerimde. bir seher vakti, sokakta yürüyen insanlarla aynı yolun yolcusu olmak öyle güzel bir histi ki efendim. dedelerinin ellerinden tutarak, usul usul yürüyen, gözleri uyku mahmuru ufaklıklarla aynı yolun yolcusu olmak. hepsi aynı durağa yürüyen, bu küçüklü büyüklü adımların arasında nokta kadar bir iz bırakmak öyle güzel bir histi ki. bugün içimden gelen bütün seslere kulaklarımı kapattım efendim. sadece kalabalık sokakları dinliyorum. şimdi büyükler gölgesinde soluklanacakları cuma vaktine yetişmenin, çocuklar yeni keşfettikleri bayramı iple çekme oyununun telaşındalar. dışarıdan gelen bayram sesleri, içimin boş sokaklarını kalabalıklaştırıyor efendim. bugün içimden gelen seslere kulaklarımı kapattım, dışarıdan gelen bayram havasına açıyorum ruhumun bütün odalarını. i̇yi ki benimlesin efendim. şimdilik bu kadar
ramazanın yirmi ikinci günündeyim efendim. önümde yolunun çoğu gitmiş, azı kalmış bir kervan var. pusulası sen olan, göğe yıldız taşıyan bir kervan. her gece yıldızlara bakarak yetişmeyi dilediğim bu otuz günlük kervanın yirmi ikinci günündeyim efendim. her adımda nefsimi, öfkemi, kibrimi adımda bırakarak yetişmeye çalışıyorum geri kalan günlerimde. sana ve gölgene yüzyıllar önce yol olan bu oruç günleri, izini arayan ruhuma kucak dolusu gül kokuları getiriyor efendim. i̇çinden mevsimler önce geçip gittiğin bu ramazan günleri hâlâ sen kokuyor. efendim bugün içimde garip bir his var. her şeyin sıfırlanışı gibi hayata yeniden başlamak gibi bir his. beyaz bir sayfa gibi duruyor bundan sonraki günler. bundan sonraki günler efendim, yazılmamış bembeyaz sayfalar gibi omuzlarımda duruyor. i̇şte böyle bir hisle çıktım sokaklara bugün. i̇çimdeki bu hisle değişen bakışlarım, kötüye çalan bütün renkleri değiştirdi, güzelleştirdi. meğer bir şeyleri değiştirmeye önce bakışlarımdan başlamalıymışım efendim. efendim, yüreğimi okşayan orucun merhametiyle bir çocuğun başına dokundum bugün. küçük taburesine oturmuş, gelip geçenlerin ayakkabılarını boyayarak, bayrama hazırlayan mavi gözlü bir çocuktu bu. eline bulaşmış siyah boyanın aksine rengarenk umutlarla bakıyordu hayata ve bana. bu bayram biraz erken gelsin istedim. cebimde uzun zamandır sahibini bekleyen şekerleri uzattım ona. niyetliyim dedi ve almadı. bu cümle beni yerden göğe kadar öyle sarstı ki efendim. yirmi iki gündür üzerine düşündüğüm orucumun anlamını bugün küçücük çocuktan öğreniverdim. oruç, niyet etmekti efendim. adalete, iyiliğe, öfkesizliğe, hayra, günahsız bir ömre niyet etmekti. oruç, tam anlamıyla anlamını bulmuş bir hayata niyet etmekti. büyük bir ders aldığım ufaklığın yanından ayrılırken, bayramın bu çocuk için hemen gelivermesini yürekten istedim efendim. ona ellerindeki siyah boyaları unutturacak, şekerli ve salıncaklı bayramın bir an önce gelmesini istedim. bugünlük bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
efendim, ramazanın yirmi birinci günündeyim. günlüğümün bu sayfasında sana ramazan gecelerinden bahsedeceğim. gecenin şerrini üstümden uzaklaştıran sahurlarıyla, eli açık iftarlarıyla ruhumu doyuran bir ramazan geçiriyorum efendim. her gece çocukluğumun neşeli davul sesleriyle uyanıyorum, on bir aylık gaflet uykusundan. her sahurda renkli rüyalarımın yatağından, hakikate uyanır gibiyim. ruhum, güne bakan çiçeği gibi ilk günden beridir gecelerimi aydınlatan hilale döndü yüzünü. ramazan hilaline her baktığımda, gözlerimden yol bulup yüreğime doğru akan bir ışık var. bu ramazan içimde hiç batmayan bir hilal var efendim. ekmeğimi ay ışığına batırıp yiyorum. gecenin karanlığını içine çekmiş bir avuç zeytin, birkaç hurma sahur sofralarımın sade ama vazgeçilmez bereketi. avuçlayarak tattığım dünya zevklerinin unutturduğu doymak hissini, bu sade sahur soframda yeniden tadıyorum. efendim, bana i̇smail’in bebek ayaklarını hatırlatan, bir bardak suyu yudumlarken göğe kaldırıyorum, günahlardan çevirdiğim gözlerimi. üstümden akıp giden yıldızlara dalıyorum. bir mağara geliyor aklıma, bir kuyu, bir karanlık.”ben batanları sevmem” diyen i̇brahim’i hatırlıyorum. hira gecelerinde, sana sevdirilen yalnızlığı getiriyor aklıma yıldızlar. böyle gecelerin dilinden yalnız yüreği iyi insanlar mı anlar efendim? geceler sırrını sadece allah dostlarına mı açar? allaha götüren kayıp yolların düğümü, sonu miraç olan gecelerde mi çözülür? ah efendim, gözünü gündüzün ışığına dikmiş şu ömrümden yıldız gibi kayıp giden ne çok gece var. secdeler boyu ağlayamadan yitirilmiş ne çok karanlık gece var ömrümde. efendim, bedenime kırgın ruhumun yüzüne bakmak için geceleri kendime ayna yapmayı öğrendim, bu mübarek günlerde. seyrettikçe yüreğimi dolunaya döndüren, ramazan hilalini gündüzlerime taşımayı öğrendim. gecelerin iyi insanların ruhlarını iyileştirmek için sığındıkları bir hira olduğunu, bu ramazan öğrendim. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
efendim, ramazanın yirminci günündeyim. günlerimiz azaldı, biliyorum. gecelerinde dinlendiğim, gündüzlerinde kendimi dinlediğim sakin günlerim azaldı. yazdığım her sayfadan sonra biraz daha küçülüyor kalemim. satırlarım çoğaldıkça, kelimelerim tükeniyor efendim. defterimin ardında kalan dolu sayfalarına baktım bugün. her hecesinde, her cümlesinde sen olan. her sayfasında sen kokan on dokuz sayfaya baktım. i̇çimi garip bir hüzün sardı efendim. i̇çimden bir şeyleri eksilterek biten vedalara hiç alışamadım. ramazanın zarif ellerinin değdiği her şey öyle kıymetliydi ki efendim. sakin bir deniz gibi ramazanın kıyısına vuran ruhumun dalgaları, o gittiğinde tekrar boşluğa çarpacak. sahur büyülü ellerini üzerimden çektiğinde, rengini yitirecek rüyalarım. i̇çimde yanan kandiller söndükçe, gecelerim gaflet uykularının müptelası olacak. mesela tutacağım hiçbir günlük; bu otuz sayfalık ramazan günlüğümün yerini tutabilecek kadar kıymetli olamayacak efendim. diğer bütün günlerin toplamı; allah’ın rahmet denizinden, dünyanın üzerine damlayan otuz günün bereketine hiçbir vakit erişemeyecek. geriye dönüp baktığım şu dakikalarda, içimi garip bir hüzün sardı efendim. aslında efendim bugün, bütün gün böyle hüzünlü değildim. bu sabah orucun, ben uyurken başucuma bıraktığı yeni adımlara açtım gözlerimi. bayramlığımı önceden başıma bırakan oruç, bir çocuk kadar sevindirdi beni. yenilenmiş adımlarımla, çocukluğumun sabahı şeker kokan günlerindeki gibi neşeli çıktım, uzun zamandır çıkmadığım sokaklara. bayramı daha çabuk getirmek için oyuna kendini kaptıran çocukların hiçbiri beni görmedi. nereye gideceğimden ayaklarım kadar zihnim de habersizdi efendim. kendimi, her biri yeni adımlarla sokaklarda yürüyen insanların arasına bıraktım. en güzeli, ruhuna fatihalar gönderdiğim türbelerin önlerinden, oruçlu yürümekti efendim. en güzeli, yorulduğum her vakit ruhumu, şehadet eden minarelerin gölgesinde dinlendirmekti. bugün bana bayram gibi geldi efendim. başını alıp giderken beni hüzünlendiren bu gün, bayram gibi geldi. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.