ramazanın yirmi ikinci günündeyim efendim. önümde yolunun çoğu gitmiş, azı kalmış bir kervan var. pusulası sen olan, göğe yıldız taşıyan bir kervan. her gece yıldızlara bakarak yetişmeyi dilediğim bu otuz günlük kervanın yirmi ikinci günündeyim efendim. her adımda nefsimi, öfkemi, kibrimi adımda bırakarak yetişmeye çalışıyorum geri kalan günlerimde. sana ve gölgene yüzyıllar önce yol olan bu oruç günleri, izini arayan ruhuma kucak dolusu gül kokuları getiriyor efendim. i̇çinden mevsimler önce geçip gittiğin bu ramazan günleri hâlâ sen kokuyor. efendim bugün içimde garip bir his var. her şeyin sıfırlanışı gibi hayata yeniden başlamak gibi bir his. beyaz bir sayfa gibi duruyor bundan sonraki günler. bundan sonraki günler efendim, yazılmamış bembeyaz sayfalar gibi omuzlarımda duruyor. i̇şte böyle bir hisle çıktım sokaklara bugün. i̇çimdeki bu hisle değişen bakışlarım, kötüye çalan bütün renkleri değiştirdi, güzelleştirdi. meğer bir şeyleri değiştirmeye önce bakışlarımdan başlamalıymışım efendim. efendim, yüreğimi okşayan orucun merhametiyle bir çocuğun başına dokundum bugün. küçük taburesine oturmuş, gelip geçenlerin ayakkabılarını boyayarak, bayrama hazırlayan mavi gözlü bir çocuktu bu. eline bulaşmış siyah boyanın aksine rengarenk umutlarla bakıyordu hayata ve bana. bu bayram biraz erken gelsin istedim. cebimde uzun zamandır sahibini bekleyen şekerleri uzattım ona. niyetliyim dedi ve almadı. bu cümle beni yerden göğe kadar öyle sarstı ki efendim. yirmi iki gündür üzerine düşündüğüm orucumun anlamını bugün küçücük çocuktan öğreniverdim. oruç, niyet etmekti efendim. adalete, iyiliğe, öfkesizliğe, hayra, günahsız bir ömre niyet etmekti. oruç, tam anlamıyla anlamını bulmuş bir hayata niyet etmekti. büyük bir ders aldığım ufaklığın yanından ayrılırken, bayramın bu çocuk için hemen gelivermesini yürekten istedim efendim. ona ellerindeki siyah boyaları unutturacak, şekerli ve salıncaklı bayramın bir an önce gelmesini istedim. bugünlük bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.