penceremin önündeyim efendim. yağmurda üşüyen bir kuş gibi kondum penceremin önüne, çıkmıyorum. suskunum efendim. halim bir tuhaf. kendi kendimle bile konuşmaya takatim yok. sadece seninle konuşacak gücü buluyorum kalemimde. sadece sana yazacağım kelimeler bozabilir suskunluğumu. efendim, ramazanın yirmi beşinci günündeyim. bugün masamı hemen pencerenin dibine çektim. şimdi gökyüzünü daha iyi görüyorum. yanımda elimden yeni bıraktığım, çevrilmekten yorgun düşmüş sayfalarıyla hızırla kırk saat kitabı var. bu kitap bana günlüğümü hatırlattı efendim. yazarın her gün bir saatini ayırarak, kırk günde yazdığı bu kitabı, her gün bir saatimi ayırarak sana yazdığım günlüğüme benzettim. ramazan bittiğinde benim de sadece sana adanmış mübarek saatlerim olacak efendim. ramazan bittiğinde seninle konuşarak doldurduğum bu günlüğüm en güzel anım olarak kalacak. bu günümü eşyaların yerini değiştirmekle geçirdim efendim. susmak ve konuşmak istemediğim zamanlarda yaptığım gibi bütün günümü eşyalarımın yerini değiştirmekle geçirdim. denizin suyunu bir kaşıkla boşaltmaya çalışan bir çocuk gibiydim. oradan oraya götürdüğüm eşyaların karmaşasında avutmaya çalıştım kendimi. zihnimin karışıklığını toparlayabilmek için onlarca gereksiz eşyanın varlığı arasında kayboldum saatlerce. ne garip değil mi efendim insan eşyaya alışmadan edemiyor. i̇nsan, onu dünyaya ait hissettiren eşyayı sahiplenmeden yaşayamıyor. düşünüyorum da efendim, zihnimin karışıklığının sebebi de bu sanırım. kendini dünyaya ve eşyaya alıştırmış bir bedenin ve bu dünyaya ait olmadığı için bedenime sığmayan kanatlı bir ruhum var. i̇ki arada kalmaktan yoruluyor yüreğim. sanırım ruhumu ve bedenimi aynı iftar sofrasında buluşturan bu ramazan günlerini bu yüzden çok sevdim efendim. suskunluğum onun gitmeye dönük adımlarını duyduğumdan. efendim birkaç gün sonra en güzel anlarımı sakladığım bir albüme bakar gibi bakacağım bu günlüğe. biraz buruk, biraz tebessümlü. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.