çocuklarla girilen ilginç diyaloglar – dertli sözlük
pazar sabahı birkaç arkadaş bir kitaplı kahve'de kahvaltı yapıyoruz.
ekibin tamamı osmanlıca metinleri iyi-kötü okuyabiliyor (okuyabildiğini zannediyor) yahut bu mevzuda hassas.
hemen yan masada okul kitaplarını masaya dizmiş, arapça harflerin görüldüğü bir kitaptan ders çalışan (ödevini yapan) 9-10 yaşlarında bir kız çocuğu var.

iyi bir üniversitede mimarlık eğitimi almış, çok ünlü mimarlık ofislerinde çalışmış, islam sanatlarında yüksek lisans yapmış, osmanlı-selçuklu ve islam ülkeleri mimarileri hakkında epey araştırma yapmış, dil çalışmış mimar arkadaşımız bir ara yerinden kalktı, kızın yanına gidip boş sandalyede oturdu, kitabı biraz inceledi ve olanca incelikte bir ses tonuyla:

- arapça mı çalışıyorsun sen? ne güzel, maşallah, aferin sana.
+ hayır arapça değil bu, osmanlı türkçesi. arapça farklı.
- (*) heheheh. ne güzel. adın ne bakiyim senin?
+ ahsen
- aaa ne güzel bir ismin varmış.
+ (*) ahsen en güzel demek ki zaten.
- ah ah ahah
(2 golden sonra maçı çeviremeyeceğini anlayan arkadaş, masasına geri döner.)
yeğenlerim dedelerinin çiftliğine ziyarete gittiklerinde civarda bir keşif yapmak istemişler.
4-7-11 yaşlarındaki yeğenler asfalt yolda bağ ve bahçeleri inceleye inceleye giderlerken, asfalt yol bitip, bir toprak yola kavuştuklarında aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:

11 yaşındaki t: toprak yoldaki traktör izlerini göstererek ve korktuğunu da çok belli etmeden bence buradan sonra geriye dönelim, daha ileri gidersek kaçırılıp köle olarak satılabiliriz.
7 yaşındaki y: hayır t., hz. muhammed kölelik düzenini kaldırmıştır. artık kimse kimseyi köle alamaz.
(t aldığı cevap karşısında şaşırmıştır; ama geri adım atmak da istemez): evet, ama bu bölgede hala kölelik sürdürülüyormuş. geri dönelim bence...
i̇slamın 5 şartı sorulur ve çocuk kendinden emin bir şekilde başlar saymaya:
-namaz kılmaak, oruç tutmaak, zekat vermeek, hacca gitmeeek... ıııı hacdan geri gelmeek.
-???!!!
ahmet yusuf, 3-4 yaşlarında.
bayram ziyaretinde kalabalık bir akraba meclisinde yanıma oturmuş, muhabbet ediyoruz.
akrabalarn kim olduklarını, isimlerini soruyorum. saçını tutup 'bu ne?' diye soruyorum, eğleniyoruz.

çay bardağımı işaret edip soruyorum:
- ahmet yusuf bu ne?
+ çay
- hayır, bardak. içindeki çay.

şeker tabağından bir şekeri işaret ediyorum:
- ahmet yusuf, bu ne?
+ şeker
- hayır ambalaj. içindeki şeker.

aradan bir süre geçiyor, muhabbeti unutuyoruz. ahmet elinde dışı fıstıklı içi bir lokumla yanıma geliyor:
- bak bu fıstık, içindeki de lokum.

akşam babası arıyor:
-oğlumun ayarlarını bozdun. bütün eşyayı katman katman tanımlamaya başladı.
yağmur eşliğinde gök gürültüsü ve şimşek çakmasıyla karşılaşan yeğenimin ilk yorumu: gökyüzü çıldırmış olmalı!
3-4 yaşlarında yusuf'un kediyle muhabbeti:
-miyav.. hır.. mırr..
(yusuf kediye doğru samimiyetle eğilir)
-allah kaç?
-miyaaavv.......?
2 sahnelik bir skeçte, 2.sahne sonunda müslüman olan harami reisi rolündeki şehzademiz (yaş 9), en iyi adamının isyana devam etmesine çok üzülmüş.. neticede aramızda geçen konuşma:
- öğretmenim 3.sahne de olacak mı?
+ hayır canım. neden sordun?
- 3.sahne olsaydı belki reisin en iyi adamı da müslüman olurdu...
aksam misafirliginde anne babasına rahat vermeyen ve eve gidelim diye tutturan biri yeni okula baslamis diğeri henüz okula baslamamis yeğenlerini sakin bir odaya alan ve sohbet eden annemle aralarında gecen konuşmanin final bolumu ve kapanis.

annem: hem anne babaya öf bile denmez.
ana sinifi mezunu yegen: hangi kitapta yaziyomus o, biz hic okumadik.