aziz mahmud hüdayi – dertli sözlük
"y㢠rabbã®! kıyã¢mete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kerre türbemize gelip rã»humuza fã¢tiha okuyanlar bizimdir... bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; ã¢hir ömürlerinde fakirlik görmesinler; ã®mã¢nlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!.." diye bir duası vardır.
"şu rahmete bakın ki insanlar bütün azalarıyla günah işlerken, sadece diliyle yaptığı tövbeyle affolunuyor." sözüyle müsait ahvale sürükleyen zat-ı muhterem.
bir kimse hüdâyî hazretleri'nin kimyâ ilmine vâkıf olduğunu duyarak hazret-i pîr'e geldi ve:
"-efendim! sizin kimyâ ilmine vâkıf olduğunuzu duydum, ne buyurursunuz?" dedi.
hüdâyî hazretleri, hiçbir şey söylemeden yakınındaki asma dalından üç yaprak kopardı ve üzerlerine üfledi. allâh'ın izniyle yapraklar, birer altın varak hâline geldi.
hâdiseyi şaşkın bir şekilde seyreden zavallı adam da, aynı şeyi yaptıysa da buna muvaffak olamadı. adamı mânidar bir şekilde seyreden hüdâyî hazretleri şöyle buyurdu:
"-oğlum! bilesin ki kimyâ ilmini öğrenmek, nefsini kimyâ etmekten ibarettir..."
sanki ettiği duaya şu şekilde amin denilir oldu...
facebook sayfamızda bulunanlar, ömürlerinde bir defa türbemize gelip fotoğraf çektirenler kıyamete kadar bizimdir...bizi beğenenler twitterda unfollow edilmesinler...
tövbe est.
kuyuya düştükten sonra hazreti üftade'den himmet isteyip hızır (a.s.) ın elini uzatması üzerine " biz üftade'ye el verdik, cibril gelse elini tutmayız. " diyerek teslimiyetin nasıl olacağını gösteren sultan...
hüdâyî hazretleri buyurur:

i̇lm billâhʼa çalış sen, yürü ey himmeti dûn!

nice bir “câze yecûzü” nice bir “kâne yekûn”?..

“ey himmeti/gayreti zayıf kimse! sen git de allâhʼı bilmeye çalış! ne zamana kadar ilim diye fiil çekimleriyle (kelimelerin şeklî yapılarıyla) ömür tüketip duracaksın?!”

[i̇nsanoğluna bahşedilen bütün ilimler, cenâb-ı hakkʼın sonsuz ilminden sadece bir tecellî kırıntısıdır ve oʼnun kâinâta koyduğu kâidelerin tespitinden ibârettir. cenâb-ı hak, varlıklara o kâideleri koymasa, insana onları keşfedecek aklî, zihnî ve kalbî istîdatları vermese, insan için “ilim” diye bir şey olmazdı. nitekim bu nîmetlerden mahrum olan hayvanat için “ilim”den söz edilemez.

bu bakımdan ilim, insanın aklını ve kalbini evvelâ o ilmi var eden sonsuz kudret sahibiʼne intikâl ettirmeli, yani mârifetullâhʼa bir basamak teşkil etmelidir. zira bütün ilmî faaliyetler ancak bu temel üzerinde makbuldür.

aksi hâlde ilim -velev ki ilâhiyat ilimleri bile olsa- sadece zâhiren tahsil edildiği takdirde, insanı menzil-i maksûda, yani asıl hedefine ulaştıramaz. i̇nsanın idrâki eserden müessirʼe, sanattan sanatkârʼa, eşyânın hakîkatine, hâdisâtın hikmetlerine, neticede mârifetullâhʼa intikâl edemezse, bu nevî ilmî faaliyetler, faydasız bir yorgunluktan ibâret kalır.
devam..

hazret-i mevlânâ, insanın ebedî saâdeti için lüzumlu olan ilmi elde etmenin ehemmiyetini ve bundan mahrum kalanların hazin âkıbetini, bir hikâye ile ne güzel îzah eder:

bir nahiv (dil bilgisi) âlimi gemiye binmişti. sefer esnâsında ilmine mağrur bir şekilde gemici ile sohbete koyuldu. gemiciye zaman zaman nahiv ilminden suâller sordu. muhâtabından her defasında “bilmem” cevâbını alınca da, ona karşı ilmiyle övünmek üzere:

“–yazık! cehâletin sebebiyle ömrünün yarısını hebâ etmişsin.” diyerek onunla istihzâ etti.

temiz kalpli gemicinin, bu küçük düşürücü davranışa gönlü kırıldıysa da, olgunluk gösterip nahivciye cevap vermedi.

derken şiddetli bir fırtına çıktı ve gemiyi müthiş bir girdabın içine sürükledi. herkesi büyük bir telâşın kapladığı o hengâmede gemici, nahivciye döndü ve:

“–ey üstad, yüzme bilir misin?” diye sordu.

nahivci, solmuş sararmış bir vaziyette ve titrek bir sesle kekeleyerek:

“–hayır, bilmem!..” dedi.

bunun üzerine gemici, mahzun bir edâ ile şu karşılığı verdi:

“–nahiv bilmediğim için benim yarı ömrüm hebâ olmuştu; öyleyse şimdi senin bütün ömrün hebâ oldu. zira gemimizin bu girdaptan kurtulması mümkün değildir.

ey nahivci! bu deryâda nahivden ziyâde yüzme ilminin daha faydalı ve zarurî olduğunu bilmiyor muydun?..”

kıssadaki nahiv ilminden maksat, kula bu cihan mektebindeki asıl tahsilini unutturan lüzumsuz ve faydasız meşgalelerdir. asıl faydalı ilim ise, ihtiyaca cevap veren ilimdir. beşerin en büyük ihtiyacı da, yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yani cenâb-ı hakkʼa kul olabilmektir. zira allâhʼın rızâsını kazanıp ebedî azaptan kurtulmak ve ebedî saâdete nâil olmak, buna bağlıdır.

yine kıssadan anlaşılacağı üzere; fânî vücut gemisi ölüm girdabında çırpınırken, yani dünyaya büyük vedâ ânı olan ecel yaklaştığında, sırf nefsin menfaatine yarayan dünyevî bilgiler, kulun ebedî hayatı için bir fayda sağlamayacaktır.

alıntıdır