müslümanları geri bırakan hastalıklar – dertli sözlük
dünyevi hırsların peşine takılıp birliktelikten hoşgörüden ilimden bilimden geri kalmaya sebep olan tüm düşünce fikir ve eylemler. en can alıcı hastalıktır.
tam olarak nasıl kavramsallaştırılır, nasıl aktarılır bilemedim; ama islam'ı en iyi ben biliyorum/yaşıyorum hastalığı olarak nitelenebilir.kişi bazında da topluluk/cemaat bazında da kendini gösteren; kendinden olmayana, kendi gibi düşünmeyene üstenci bir yaklaşımla bakan; mutlak doğrunun kendinde olduğu sanrısıyla hareket edip, bu doğruyla azıcık dahi olsa ters düşen her düşünceye karşı olan, bu karşıtlığın sonucu olarak "diğerlerini" en hafif haliyle görmezden gelme en ağır haliyle tekfir etme arasında bir yol ile karşılayan hastalık çeşidi.cemaatlerin yalnızca kendi topluluklarını fırka-i naciye olarak görmesi de bu hastalığın tezahürlerinden birisidir.islam tarihine baktığımızda hz. osman döneminde fitili ateşlenen, hz. ali'nin halife seçilme sürecinde alevlenen kaotik süreçle başlayan ve o dönemden günümüze kadar da varlığını hiç kaybetmeyen bir hastalık gibi duruyor. hastalıkla mücadelede, hucurat suresi 9. ayet ve bu hastalık karşısında ilim ve hikmet sahibi kişilerin tarihi duruşları iyi birer reçete olarak değerlendirilebilir.
ya eyyühellezine amenu eeminu" sırrınca en büyük hastalık; imana çalış-mamak.
bunun muhtelif esbabından birkaçı:
-müslümanlık ile imanı aynı zannedip veya kabul edip zaten müslümanız inanıyoruz' diyerek tembellik döşeğine düşmek.
-imanı kelime-i şehadetten ibaret zannedip, ziyadeleşmesine çalışmamak.
-herkesteki imanı bir zannetmek. müslüman oldu diye müttaki bir müselmanla kendini kıyaslamasından anlarız.

-dindeki kuvvetin imandan değil muhtelif sebeplerden geliyor zannetmek.
bu hastalık avamın değil, işi bilenlere hastır. mesela günde bin kere tevhid zikri çeken, takvaya bürünse, bunu ya zikirden, ya şeyhten, ya kalbanilikten bilir. halbuki her zikir, sevap, hasene, amel, tefekkür imanı ziyadeleştirdiğinden, iman bir takva hali bahşeder.

iman adeta cân dır. nasıl ki cân vücudda hiçbir uzvun tekelinde değildir. hatta kalbi duranda bile bir müddet cân görünür. demek kalb ancak cân a bir kaptan köşkü olabilir yoksa lizatihi cân, kalb değildir.

aynen öyle de imanda manevi hayatın belki maddi hayatın cân'ıdır. evet kalb ölse yavaş yavaş imanda söner. ama sadece kalb kuvvetlense iman da kemal-i kuvvette olmaz. ((maddi beden nefes alıyor diye sıhhat ve kuvvetli kalmadığı , gıdaya suya ziyaya da ihtiyaç duyduğu gibi. veya maddi bedenin kalbi sağlıklı olsa akciğeri mariz olmasında kemal-i sıhhat olamadığı gibi.))

nasıl ki maddi bedenin cân'ı, muhtelif gıdalara ihtiyaç duyar, o can onunla kuvvet bulur hayy kalır mevcud olur.
öyle de manevi bedenin cân ı da muhtelif hava, gıda, meyva, meşrubat ile kuvvet bulur. mesela her an havaya muhtaç olan cân-ı beden gibi, her an allah demeye muhtaç bir can-ı manevidir iman.. yani manevi manevi bedenin, havası zükrullah(allahı anmak), suyu namaz, gıdası ilim(kuran) ilaahir..

işte insan bahusus müslüman, zikr ile namaz ile, takva ile, tefekkür ile imanını kuvvetlendirir ve o kuvvet-i iman nisbetinde terakki eder.