keşful malum – dertli sözlük
nükte:

ya eyyühennefsi. herkese merhamet etmekten başka hakkın yoktur. fakat sen merhameti yanlış biliyorsun. merhamet, ananın evladına ifradi şefkati gibi değildir. mesela kangren olmuş hastaya merhamet onun kolunu kesmektir. nefsine merhamet onun keyfemayeşa isteklerine riayet etmemektir. bir günahkara merhamet onu günahıyla kabullenmek ve başucuna oturtmak değildir. amma onu günahından dolayı zemmederek zecretmekte değildir. hem günahı zemmetmek başkadır, şahsı zemmetmek başkadır. yahu bilmiyor musun ki, katl etmiş birisine merhamet, onu katletmektir. zira izzetli insan zelilane bir hapislik veya vicdan azabından ise şerefiyle ölmek ona hem hoş hem merhamettir.

öyleyse sen hükmü ve fıkhı değil, merhametin manasını talim et. sen sahibud din veya sahibul cennet değilsin, hem cehennemde senin değildir. sen abidsin, abdin abdullaha üstünlüğü yoktur, sende herkes gibi merhamete muhtaçsın.

مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ
nükte: bile ey nefsim. islam'da en ehemmiyetli diye birşey yoktur. makamlar vardır. herşey kendi makamında en ehemmiyetli iken, başka makamlara göre derecesine göre ehemmiyetli olur. demek bir şeyin hakiki kıymetini bilmek ister isen, makamını bil. yoksa ifrat veya tefrit ile sırat-ı müstakiymden çıkarsın.mesela sen bir evlad iken of demeyeceğin valideynine, hakim olduğunda sirkatle huzuruna gelse parmağını kesmekten sıkılmamalısın. hem mesela ulemaya hitap eden bir hoca olarak sen ciddiyetile beyan ettiğini, çocuklar mabeyninde konuşsan lafın dinlenmez, öyleyse orada pek ehemm olan burada beş para etmediğini anladın.
nükte:

umum içinde yapılan bir fiil, o fiil türünden binler fiile kapı açar. çünkü herkesin ortasında yaptığın amel, o amelin silsilesi üstündeki hicap perdesini yırtar. artık sende o amelden çok çeşidi sudur eder ve türer.

evet; setr ettiğin bir hayrlı fikri umum içinde işlesen, artık o hayrın çok çeşidini de işlemeye bir iştiha, bir kuvvet hissedersin. ve elbette insanlar ortasında işlediğin bir arsızlık, perde-i haya'nı yırtar, artık hayasızlığın emvai çeşidi senden çıkar.

bu ''ateş'' gibi bir kaide-i fıtriyyedir, hayra vesile etmek gerektir, canlarda yakabilir, aş ta pişirebilir.
nokta:

ey nefis sen belki bir sonraki nefeste öleceksin. bu ölümü ise kendine çok uzak görüyorsun. halbuki ölüm arkandadır. kişi arkasındakini göremediğinde yok zannettiği gibi sende arkandaki eceli yok zannetme.
ey vazifesini unutup dünyanın halleriyle aklı bulanmış papağan efendi, soruyorsun ki: '' bütün bu ahlaksızlığın, sapkınlığın ve fuhşiyatın sebebi nisvandaki ref-i tesettür müdür? (*)''

cevap:
alemde büyük tesir icra eden şeylerin genel itibarla tek sebebi yoktur, çok sebeplidir. bu da onlardandır. tek sebep elbette ref-i tesettür değildir, ama sebepler azametine göre sıralanmalıdır, en azim bir sebebi tesettürün ref'idir.


hatta dersin ve sorarsın ''ben tesettüre girmemle sapıklık, fuhuş ve ahlaksızlık bitecek mi?''

cevap:
sanane. sen evvela dünya iyi olsun diye mi sen iyisin? sen, senin üzerine vazife olan birşeyi neticesi için yapmazsın, üzerine vazife olduğu için yaparsın. sen bir memursun, bunun için hem vazifelisin hem maaş alıyorsun, nasıl diyebilirsin ki ''ben çalışmazsam devlet mi batacak?'' veya ''devlet benim çalışmamla mı ayakta duruyor?'' demek rezalet değil midir?

böyle soru nasıl sorudur? sen şunu da demiş olursun: ''ben ahlaklı olacağımda ahlaksızlık mı bitecek?''
o zaman ''öyleyse ahlaksız olayım'' mı diyeceksin..

insan vazifeli memurdur, vazifesini netice için değil vazifesi olduğu için yapar. ibadette böyledir. allah rızası için ibadet eder, cennet sevdası ve cehennem korkusu sadece teşvikçidir, şevklendikten sonra onları elinden bırakır ve hakiki vazifesine bakar.
bu zamanda tefrikaya sebep olan büyük bir sebep şudur ki;
manevi meslek ve meşrebleri farklı olan iki müslüman yahut müslüman guruplar mabeyninde(arasında) medar-ı bahs olan mevzularda, meselenin şeriatı, sonra vacibi, sonra kavi sünnetleri ve ennihaye faziletleri medar-ı bahs olmalıdır.

evet meşrebleri ve meslekleri farklı mütenevvi çeşit müslümanın bir anda cem olup toplanması muazzam bir meseledir, kolay değildir. bu cemi tesis eden şeriat ve vecaib(vacipler) den başkası değildir. eğer o toplanmada feraiz(farzlar,şeriat)den ve vaciplerden başkası konuşulsa o cem iftirak etmeye ayrılmaya, dağılmaya başlar.

evet müslümanlar, cenab-ı hakkın hikmeti iktizasında farzlar ve vacibler denilen yekun-u şeriatta birleşirler cem ederler. yoksa sünnetler ve faziletlerde ayrı ayrı hasiyette olurlar, ayrı ayrı amelleri vardır, evleviyet nazariyeleri de ayrı ayrıdır. fazilet ve evleviyette icma olmaz, istenilmez, beklenilmez, hikmet-i ilahiyeye ve tezahürat-ı esma denilen kanun-u ilahiyeye zıddır.

devam edecekti edemedi. nükte cebren nihayet buldu.
nükte: manevi gaflet hali maddi nevm gibidir. birisi o anda sana rüyadasın dese de inanması güç olduğundan uyanması da müşküldür. bu gafilin bu halini bilen beyancı, gafletten uyandırmadan inandırmak isterse red cevabı görecektir. öyleyse önce gafili uyandırmak daha sonra nasihat etmek gerektir. naim-i manevi(gafil) olan bu adamın uyanması, rüyanın hezeyanlarını ıspat ile olabilir, borçluya borcunu ıspat etmeden borcunu talep etmek iftira gibi tesir yapar.binaenaleyh, tebliğ etmezden evvel tebliğ edilenin manevi vaziyetine teemmül ile dikkat et, yoksa söylediklerin ya kıymet ifade etmez, ya tesir etmez, ya red edilir veya müstemi'nin aklını teşviş eder karıştırır bütün bütün zarar olur.işte tebliğ çok noktaları nazara almakla çözülecek bir hakim veya hakem işi gibidir.
nükte:evlilik iki parmak izinin aynı kavisli ve açılı çizgilerini üst üste getirmek kadar müşkül bir meseledir. böyle bir meselede insanın ihtiyarının üstünde bir irade hatta mucizevi bir yed-i kudretin müdahalesi elzemdir, yoksa nasıl yek-vücud olunur.öyleyse evlenmek isteyenler allahın rızasını gaye-i maksad yapmakla, onun esaslarını konuşmalı, teferruatlı meselelere dalmamalı. çünkü böyle girift yapılı parmak izlerinin kar tanesi gibi ahengli ve harika bir şekil çıkarması mümkinattan değil, kudret-i ilahinin ikramı iledir.çiftler birbirine dinin, itikadın, şeriatın ve şahsıyetindeki fıtri hallerin özeti olan sorular tanzim ederler, onları sorarlar, onlarda ittihad olursa artık teferruat olan ince meseleler, artık arşurrahman olan evlilik çatısı altında hallolunur.evet evlilik yuvasının çatısı arşurrahmandır, allahın rahmeti ve inayeti ve ikramı olmazsa o çatı eşlerin başına çöker, altında kalırlar. bu çatının kolonları; itikadî, şeriatî ve kısmen fıtrî konularda eşlerin ittifak etmesidir. ve allah böyle kurulan yuvaya rahmetiyle istiva eder, artık teferruatlı konularin hepsi kendiliğinden (yani insan iradesinin çok üstünde gelişen vesilelerle) hallolur.demek şu zamanda çok teferruata dalıp evlenmeden evli gibi yaşayan konuşanların kolonları çürük kurtlu direklerdir. evet aklına ve ihtiyarına güvenen enaniyetten çıkmış, şeriatı ihlal eden hal ve davranışlar ile tedbir namı altında kurtlanmış, islami ve imani değil, insani ve nefsi direklerdir. çatısı da geçici nefsani muhabbet ve şehvettir. rabbinden gafil eşler sözleştikleri gibi olamadığını görünce o kurtlu direkler kırılır, suretdeki güzellikler ve şehvet sönünce çatısı da üstlerine yıkılır.hafizanallahuteala.nükte nihayet buldu.
nükte:

fazilet başkadır, esasat(esaslar) başkadır. ittifak etmek isteyen esasların aynı olmasına, esasların vahdetine bakar, esasatta anlaşılırsa ittifak olur, ittifak noktasında fazilete bakılmaz. fazilete bakılırsa ittifak olmaz, husumet ve ğayrılık çıkar.

mesela kadiri ile nakşinin ittifakı mümkündür hem meşhurdur. çünkü esasat olan: itikad ve şeriat noktasında aynı şeyi söylerler ve inanırlar ve kabul ile yaparlar. buna bakan dervişan ittifak ederler.
ama itikadı sağlamlaştırırken ve şeriatın teferruatını uygularken usuldeki farklılık ise fazilet kısmına dahildir.

eğer iki yolun dervişi oturur usulleri konuşurlarsa husumet olur, şeriatı ve itikadı konuşurlarsa ittifak olur.

bir de fazilette vahid olanlar vardır, onlar müttehiddir, ittihadı ittifaktan ayıran faziletteki birliktir. ittihad; esasat ve fazilette bir olanların kârıdır.