ebedi olan o anlamına gelen kelâm, rabbin el bâki ismine istinaden düşünülmüş ve kabir taşlarına nakş edilmiştir. ben bu söz ile konuşurum, daha doğrusu bu sözün altında meftun olan oğlum ile konuşurum. ölülerin ayak ucuna durulması gerektiğini demişti imâm, dinlemedim hiç, hep başucunda bekledim. ayrık otları temizler, su dökerim kabrine, sonra derim ki; yoksa ölü sahibi hâr gibi yanan gönlüne mi döküyor acaba suyu diye. yürek yangınım geçmiyor, dediğimi de, daha doğrusu düşündüğümü de zihnim yutkunuyor. sonra zihnimde sen, büyümüşsün, serpilmişsin, kocaman bir çocuk olmuşsun. hesap ederim, rakamların varlık ile yokluğunu toplar, sana hayalimden libaslar, gezilecek şehirler, gülüşler, büyümüş senler, güzelce atan bir yürek veririm. sonra sımsıkıca toprağı sıkarım, yutarım, yutkunurum, düğüm olur bir şeyler mahrecimde ve ağlarım. başının, o sapsarı hayal olan saçlarının huzuruna gözyaşlarımı akıtırım. toprağa düşen suyun ardından bir de kabrini gözyaşlarım ile yıkarım, ağlarım, ağlarım, zihnimde canlanırsın şimdi gibi ve yüzümü seninle yıkarım. ey benden öteye giden oğlum; ayağa kalkarım ve bizler toprağın çocuklarıyız derim. yüzün sen kokar, gözlerim sen, şakağım, sakalım sen kokar oğlum.