taksim gezi parkı eylemi – dertli sözlük
konuyla alakalı etyen mahcupyan sağduyulu harika bir yazı kaleme almış. (http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/siyasi-aklin-dumuru_2096211.html)

(b: siyasi aklın dumuru)

güneydoğu notları dizisine bir ara verip taksim gezi parkı vesilesiyle yaşanan inanılmaz basiretsizliği ele almakta yarar var. i̇stanbul'un göbeğinde ‘park' adını almaya layık tek mekanın özellikle civarda yaşayanlar tarafından aynen korunmak istendiği bilinmekte.

beyoğlu/i̇stiklal havzasında yer alan bu mekanın ‘istimlak' edilmek istenmesinin, kentin daha ziyade bohem yaşama yatkın kesiminin sahiplenmesine neden olacağı da belli. nitekim söz konusu projenin durdurulmasına yönelik bir sivil inisiyatif oluşmuş durumda ve uzunca bir süreden bu yana derdini anlatmaya çalışıyor. hükümet ve şehrin doğrudan sorumluları ise, kendi i̇stanbul hayalinin cazibesine kapılmış bir mecnun gibi, vatandaşların isteklerini ve kaygılarını duymazdan geliyor. onlarla konuşmak bir yana, doğru dürüst bir açıklama yapmaktan, halka asgari saygıyı göstermekten bile imtina ediyorlar...

gezi parkı ile ilgili basit denklem budur ve bu bağlamda yürütmenin savunulabilecek hiçbir yanı yok. ancak bildiğimiz üzere konu bu noktada bitmiyor. nitekim projeyi ‘behemehal hayata geçirmek' gibi inanılması güç, basiretsizlik timsali bir irade ortaya konuyor. ağaçların kesilmesi için dozerlerin sabahın beşinde gitmesi bile, bu işi yüklenenlerin kendi meşruiyet zaaflarının farkında olduğunu söylüyor. bir tür kapkaççılık gibi, kaşla göz arasında işi kotarmayı belki de beceriklilik sanıyorlar. oysa bunu başarmalarının tam aksi sonucu vereceğini, o sökülen ağaçların manen altında kalacaklarını idrak etmeleri beklenirdi. çünkü meşruiyet çizgisini, söz konusu meşruiyeti hiç aramadan geçmiş oldular ve geri dönüşü olmayan bir biçimde kendi iradelerini toplumsal tercihe üstün kıldılar. i̇ş bununla da kalmadı... artık kabak tadı veren bir şekilde polis tüm kabalığı, hoyratlığı ve bastırılmış öfkesiyle göstericileri dağıtmaya kalktı. bir parkın ağaçlarının korunmasını, insanların içine sinmeyen bir projenin durdurulmasını isteyenler, sanki istilacı bir ülkenin kolluk gücüyle geri püskürtüldüler.

bu tabloyu hükümet açısından ancak ‘siyasi aklın dumura uğraması' olarak adlandırabiliriz. bugünün dünyasında i̇stanbul gibi bir kentte hâl⠑ben yaptım oldu' mantığıyla ilerlemenin mümkün olduğunu sanmak bile, yönetimin temel bir uyum sorunu olduğunu gösteriyor. üstelik anlaşılan o ki, bu tesadüfi bir durum değil... üçüncü köprüye ‘kendi aralarında uzun süre tartıştıktan sonra' yavuz adını veren bir ortak aklın bu ülkeyi demokrasiye götürme konusunda pek de fazla iddialı olmaması lazım.

ancak gerçekliğin tümü tabii ki bu kadar değil. bu hükümet cumhuriyet tarihinin en büyük reform dönemecini geçme noktasında bulunuyor ve hem rejimi normalleştirme hem de yeniden toplumsal barışı sağlama iradesine sahip çıkıyor. bu alanlarda bir geriye dönüşün maliyetini hayal etmek bile korkutucu. dolayısıyla akp'nin herhangi bir iktidara kıyasla çok daha büyük ve hayati bir sorumluluğu var: reform, barış ve dönüşüm sürecine zarar vermeyecek, bu süreci titizlikle koruyacak bir farkındalık ve ona uygun bir siyasi akıl sergilemesi gerek. ‘çoğunluğun sesi' olmaya fazla güvenmek, o çoğunluğa zarar verecek bir basiretsizlik yoluna girilmesini de ima edebilir. kendi tasavvurlarının peşinden giderken etrafa kulağını kapayan bir anlayış, iyi niyetli olsa bile kibir ve ihtirasın sesi olarak algılanmaya başlanabilir.

siyasetin bir algı yönetimi olduğunu bu iktidar iyi bilir. vesayet sistemine dönüş ancak akp iktidarının seçimlerde yara almasıyla, bu ise böyle bir yaralamanın gerçekçi bir ihtimal olduğuna inanılması ve bu hedefe yönelik bir anti-akp toplumsal koalisyon oluşturulması ile bağlantılı. önümüzdeki dönemde demokrasiye gidişin önünü kesmek isteyenler için ilk hayati durak i̇stanbul belediye seçimi olacak. oradaki ve yerel seçimin geneline yayılan muhtemel bir yenilgi, akp'yi cumhurbaşkanlığı seçiminde zorlamakla kalmaz, demokratik bir anayasa arayışının da belirsiz bir süre için sonu olur. bunun kürt meselesindeki sonuçları ise, türkiye'nin dış politikasına ve enerji stratejisine kadar uzanır.

gezi parkı'ndaki göstericiler arasında bayrağa sarılmış dolaşanların varlığı şaşırtıcı değil. bu gösterilerin laik kesimle adlandırılan kentlere yayılması da tesadüfi sanılmasın. çünkü bu olay sadece gezi parkı meselesi değil... ancak makro düzeyde demokrasi peşinde olanların en basit gündelik olaylarda demokratlığı becerememesi durumunda, karşı tarafa kabahat bulmak hiç inandırıcı olmayacağı gibi, o ‘karşı tarafın' bu imkanı sonuna kadar kullanması da meşru hale gelir.
tekrar ekliyorum linki belki birileri okur.
zaman gazetesi ahmet turan alkan'ın yazısı
(http://www.zaman.com.tr/ahmet-turan-alkan/testi-kirilmadan_2095943.html)
bir tarafta istismar, fitne, dezenformasyon, provokasyon, birikmiş nefret.
bir tarafta ihmalkarlık, tarafgirlik, 'ben ne dersem o olur'culuk.

sonuç; şimdilik kazanan istismarcı.

olayların sebebi-sonucundan ziyade birkaç gündür zihnimi meşgul eden düşünce şu: algılarımızı, tepkilerimizi kimler yönetiyor?
aklın ve vicdanın sesi yok, bütün düşünceler ve tepkiler refleks. ve mensubiyetin, tarafgirliğin refleksi.
beyinsizin biri yalan yanlış bir tweet atıyor, binlerce kişi bunun üzerinden hareket ediyor.
adamlar google'dan 'ölü-yaralı' fotoğrafı bulup paylaşıyorlar. sayısız kişi buna inanıyor.
adamlar tahrir meydanını taksim diye yutturuyorlar.

bir tarafın durumu daha vahim belki de.
tarafgirlik, kibir, ihmalkarlık..
olayların -eylemci güruhun hayal ettiği gibi- büyüyeceğini sanmıyorum.
fakat elin amerikalısı türkiye'de insanlar ölüyor diye tweet atarken,
insandaki nefret duyusu artıyor.

meselenin parkla, ağaçla zerre kadar ilgisi olduğunu düşünmüyorum. bu yüzden bu kısmıyla ilgili fikir beyanı da lüzumsuz.
amacı taksim meydanı'ndan tahrir meydanı ortaya çıkarmaktır. çok uzak bir ihtimal gibi mi görünüyor. hiç öyle sanmayın. her şey adım adım tırmanırsa/ tırmandırılırsa birkaç aylık sürede ülkenin geleceği durumun (libya mı, suriye mi, mısır mı farketmez) bir iç savaş olabileceğini bilmeliyiz.

türkiye gibi mamur, ortadoğu ülkelerine göre gelişmiş bir ülke için uzak gibi görünebilir. ama suriye, mısır gibi ülkeler için de bütün olanlar uzak bir ihtimaldi.
mevzuyu özet geçersek...

-birileri -yanlış ya da doğru bilgiyle- çıktılar ve bir eylem başlattılar. bu birilerinin hiç yapmadığı bir şey değildi, bunun çok daha büyüklerini gerçekleştirdikleri vaki. (bkz:cumhuriyet mitingleri)
-ama devlet daha önceki eylemlerde takındığı aklı selim tavrı bıraktı, gövde ve güç gösterisi yapıp, "arkadaş ne olacaksa bizim iznimizle olacak, izin vermiyorsak bunu yapamazsınız o kadar!" moduna girdi ve bırakın aklı selim davranmayı tahriklere gelerek olaya müdahale etti.
-yapılan müdahalenin gereksizliği bir yana, barındırdığı aşırılıkla zulüm boyutuna ulaştı ve birilerinin yaptığı eyleme meşruiyet kazandırdı.
-türk halkının mazlumun yanında olma refleksi burada da kendini gösterdi ve eylem her kesi̇mden insanın katıldığı bir boyuta taşındı.
-devlet bunu gördüğü ve gün içinde orada bulunmamasını gerektirecek mahkeme kararı çıkmasına rağmen -karar haklı veya değil tartışılır- geri adım atmadı ve "biz bu adamları yeriz" dedi. gece boyu aynı orantısızlıkla olaylara müdahale etti.
-bu da halkın öfkesini büyüttü ve polisin müdahalesinin yetersiz kalacağı bir boyuta taşındı. üstelik sadece taksim ve çevresiyle de kalmadı, bütün illerde organize bir öfke kalabalığı oluşturdu.
-bu noktada aklı selim çağrıları sonuç buldu ve devlet polisi çekti.
-ama ortada artık öfkeli bir güç vardı ve bu öfke devletin müdahalesi sonucu oluştuğu için de birilerinin ekmeğine yağ sürülmüş oldu. onlarda hiç vakit kaybetmeksizin olaylardan nemalanıp var olan kalabalığı kullanmaya başladı.
-şimdi ortada her türlü kullanıma ve provokeye müsait öfkeli bir kalabalık mevcut.


hasılı devlet ve siyasetçiler kibrini en başında bir tarafa bırakıp birilerini kendi haline bıraksaydı, ortada kendi çapında eğlenen bir grup bulacaktı.
artık bunun için çok geç. inşallah bundan sonra akıllı davranırlar da bu olayın büyümesine daha fazla prim vermezler.
kadir topbaş'ın yaptığı açıklama önemli ve gerçekten çok olgundu. keşke bu açıklamayı daha önceden daha yetkili birileri yapabilmiş olsaydı.
hani meşhurdur:

diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır

ikisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir.
mağrur zengin, hor gördüğü filozofa:

- ben bir serserinin önünden kenara çekilmem"der.
diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:
-ben çekilirim.

olayın emniyet veya göstericiler içinde bir meşruiyeti kalmamış, tamamen gurur meselesi haline gelmiştir. iki taraftan biri diyojen büyüklüğü göstermedikçe bir türkiye ayıbı olarak siyaset tarihine geçeceği anlaşılmalıdır.

neresinden tut ki düzelsin. ağaçların hükümet muhalifleri için bir rövanş mücadelesine yataklık etmesi mi, yüzünde maskelerle kalabalık içine karışıp taşkınlık çıkaranlar mı, megafonlarla "taş atın, taş atın" diye bağıranlar mı, göz gözü görmezken kalabalığın ortasına, milletin kafasına gözüne biber gazı atan polıs mi, çalışmalar hakkında net bilgi vermeyen hükümet mi, insanlar toplanırken "kışladan vazgeçmeyeceğiz" deyip damara dokunan tayyip erdoğan mı? uzar da uzar...

fakat devletin farklı kanallarından gelen açıklamalar gösteriyor ki ak parti bu olayın altından da kalkacak. orantısız gücü kabul ediyorlar. eylemin sebebi olan çalışma kaldırım genişlemesiydi diyorlar. olay yeşil alansa 100 kat fazla ağaç dikilecektir haberini veriyorlar. hükümet geçmişten ders almayıda biliyor siyaset yapmayıda iyi biliyor.

biz ise unuturuz zaten çabuk unutuyoruz fakat elin adamı unutmayacak. uluslararası ligde atılacak her adımda türkiyenin karşısına konulacak bir koz daha ellerinde...
mahkeme karar verdiyse asıl polisin orada ne işi var? halkın gösteri yapma gibi bir özgürlüğü var, sana ne adamların orada bulunmalarından, ne ilgilendiriyor seni?

dün gece polisten kaçmak için dükkan camı indirip içine sığınan birçok göstericiden bahsediliyordu. madem devlet çok masum, çeksin polisini görelim oradaki insanlar kamu malına hala zarar veriyorlar mı?
veriyorlarsa eylem meşruiyetini kaybeder, müdahaleni edersin.
şuan neyin müdahalesini ediyor devlet?

kaldı ki yaptıkları müdahalenin savunulacak hiçbir tarafı yok. en hükümet taraflısı haber sitesindeki fotoğraflara dahi baksan bunu görebilirsin.

son olarak...

orada sadece başörtüsü karşıtı, "kemalin askerleriyiz"ci insanların olduğu gibi bir düşüncedeysen gözlüğünü çıkarmanı tavsiye ederim.
bu sayede orada bulunup sosyal medyadan da eyleme destek veren onlarca müslüman yazar da görebilirsin.

ortada zulüm boyutunda bir müdahale mevcut. ve bunu savunmanın adı müslümanlık olamaz.