nur cemaati – dertli sözlük
bir zamanlar dokunulmazdı, eleştirmek, bir laf söylemek ne haddinizeydi ama şimdi öyle değil.
son olarak, bir iki meseleyi daha izah edelim. said nursi'nin afgani için söylediği siyasetteki muktesit meslek siyasette haddi vasattır. bu da hakikatı menfaate feda etmeyen, dine hizmet eden siyaset anlayışıdır. yukarıda zaten ittihadı islam noktasında afgani'nin bir ekol olarak kabul edildiğini söyledik. kaldı ki said nursi'nin ictimai meselelerdeki tahlilleri afgani'nin çok ilerisindedir zaten. 1911'de şam emevi cami'inde yüz bin kişilik bir cemaate okuduğu hutbei şamiyedeki tesbitler, milliyetçiliğe getirilen yorumlar, alevilik, şiilik, komunizm gibi konulardaki tahliller tamamen makul orjinal ve ehli sünnet çizgisindedir.

bir de bu osmanlı alimleri meselesi var. risale-i nurlar kuranı kerim tefsiridir, feyzini kuran'dan alır. risalei nur talebeleri de itikadi ve imani noktada 130 parçalık bu eserlerin kendilerine yeteceğine, imani meselelerde hariçte nur aramaya ihtiyaç olmadığına inanırlar. bu açıdan, risale-i nurda bu alimlerin herhangi bir kitabına veya görüşüne doğrudan hiçbir atıf yoktur. said nursi zaten bu medreselerdeki çöküşü görmüş, bu eğitim sistemini eleştirmiştir. zaten çoğu yerde ulema-i su denilen "ilmini menfaat ve dünyalık için kulllanan alimlere" atıflar vardır.bahsedilen osmanlı alimlerine olan itimat en fazla kamuoyunda nurcu olarak görünen bir iki zatın şahsi görüşleridir. yoksa herkes bu ulema sınıfının osmanlı'nın çöküşünü hızlandırdığını görebilir, yukarıda da zaten osmanlı'nın çöküşünün ilim ve diyanet cephesinden geldiğini söyledik.

istibdadın da sadece medreseyle sınırlı olmadığı malum. toplumun jurnal verenler veya jurnallenenenler olarak bölündüğünü de biliyoruz. bu kısa süreli bir şey değil, otuz sene, her alanda sürüyor.
kendilerine sınır çizmesi gereken cemaat. kim bu cemaate mensup, kim değil bilinmeli. ki böylece fetö gibi yapılar tekrar bünyesinden çıkmasın. her neyse ayrı bir konu. cemaatler ve tarikatlar şeffaf yapılar olmalı. bunların kaydı tutulmalı. osmanli'da böyleydi. her neyse. bunlar başka konular.

abdülhamit'in hataları vardır elbette. bir tanesi, abdülaziz'in katili ve osmanlı'nın yıkılması için çok çalışan ve hukuk sistemimizin yeniden tanzimine engel olan mithat paşa'ya müsamahakar davranması ve onunla anlaşarak iktidara gelmesidir. sonra cezalandırdı fakat bu zat ve etrafındaki zevat o kadar zarar verdi ki iş işten geçti.

aslında ittihatçılarla olan münasebeti ortada iken teşkilat-ı mahsusa iddiaları gayet mantıklıdır. pek de yabana atılır bir iddia değil. evet, hatalar üst üste gelince pek de hayırlı sonuçlar çıkmıyor.

afgani mevzusunu ise bizzat yetkili ağızlar şöyle anlatmış:


-- iktibas --

bediüzzaman said nursi afgani’yi i̇ttihad-ı i̇slam meselesinde selefim diye tanımlayarak “siyasette muktesit meslek”i ondan öğrendiğini belirtmiştir."sultan selim’e biat etmişim. onun ittihad-ı i̇slâmdaki fikrini kabul ettim. zira, o vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti. onlar da ona bîat ettiler. şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. bu meselede seleflerim, şeyh cemaleddîn-i efganî, allâmelerden mısır müftüsü merhum muhammed abduh, müfrit âlimlerden ali suâvi, hoca tahsin ve ittihad-ı i̇slâmı hedef tutan namık kemal ve sultan selim’dir." (tarihçe-i hayat)

"i̇nkılâptan on altı sene evvel, mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. siyasetteki muktesit mesleği bana gösterdi." (münazarat)kaynak: afgani, said nursi'ye katkıda bulundu

-- iktibas --

http://www.risalehaber.com/afgani-said-nursiye-katkida-bulundu-168115h.htm

bu etkilenme ne boyutta tabi ki bilemiyoruz. ama afgani ile oturup tartışacak ve siyaset öğrenecek kadar ileri bir boyutta bir iletişim olduğunu anlıyoruz. komplo teorileri ile tabi ki bir yere varamayız. ama kendi söylediklerinden, hayat hikayesinden ve anlatılanlardan yaptığımız çıkarımlar da pek komplo teorisi sayılmaz. zira yukarıdakileri temiz bir bilgi edecek olursa bu temiz bilgiden sonuç çıkarma hadisesidir.

medrezetüzzehra meselesine gelelim. bu bediüzzaman'a özgü bir düşünce değil. bu düşünceyi ilk olarak ahmed cevdet paşa dillendirmiş ve hayalindeki eğitim modeli olarak abdülhamit han'a sunmuştur. bu çerçevede abdülhamit han medreseleri ıslah etme gayretine girmiş ama bunda muvaffak olamamıştır. bunun en önemli nedeni ahmed cevdet paşa gibi yetkin ve mahir müderrislerin olmamasıdır. kaba softa takımının bu duruma engel olduğu da vakidir. medreselerde sadece islami ilimleri öğrenen talebelerin dünya gerçeklerinden kopuk olduğu gerçeğini bizzat ahmed cevdet paşa keşfetmiş ve bu yönde çalışmalar yapmıştır. önüne her kademe de engel çıkartılmış, tanzimat ıslahatlarının rayında gitmesini sağlamaya çalışmış, buna rağmen batıcılar galip gelmiştir. hem hukuk hem de eğitim alanında. bu medrese modeline ben nizamiye medresesi diyorum. çünkü nizamiye medresesinin günümüze uyarlanmış versiyonudur. gelelim abdülhamit han'ın bu çaresizlik yaptıklarına. abdülhamit han fenni ilimlerdeki eksikliği medreseler aracılığıyla kapatılamayacağını anlayınca batı tipi okullara razı olmuştur. buna mecbur kalmıştır. yukarıda anlattık nedenini. batı tipi bu okullara öğretmen ihtiyacı gündeme gelmiş ve yetiştirecek bir kurum olmadığı için batıya öğrenci göndermiştir. bahsedilen bu durum hata ise bu hatanın en büyük müsebibleri yine nur cemaatinin baştacı ettiği osmanlı medreselerindeki alimlerdir. kendisi bir şey yapmayan bu zevat, abdülhamit yaptıklarına reddiye yazıp bu reddiyeleri kitaplaştırmakla meşgullerdi. halbuki batının fitne yaydığı bir dönemde insan yetiştirme müesselerine dönük çalışmalara kafa yormaları gerekirken abdülhamit'i tartışmaya açmakla meşgullerdi. abdülhamit de bu durumun batı destekli kindar muhalafete malzeme verdiğini bildiği için bu zevatın yazdıklarının yayınlanmasına engel olmuş, bu zevattan bir kısmını fitne çıkmasın diyerek sürgün etmiştir. bu durum bu zevatın abdülhamit'e kişisel husumet duymasına neden olmuştur. hakkı savunacağım derken aslında ne yaptığını bilmeyen, gurur ve kibir abidesi bu zevat daha sonra abdülhamit'in devrilmesinde rol oynamıştır. şimdi ahmed cevdet paşa gibi iş çıkaran muhteremler ve sürekli reddiye adı altında yol kesen bu zevat. kişisel egoları ile yazdıkları reddiyeleri bir de ilmi eser diye halka sunmaya yeltenmeleri var ki akıllara zarar. evet, istibdat dediğiniz bu ise iyi ki istibdat varmış.

bir tarafta batıcılar, diğer tarafta batıcılara payanda onların oyuncağı olan ve batılı devletlerin birer ajanı gibi çalışan islamcıların sardığı bir devlette, devlet yönetimi istibdat ile oluyor. günümüz tabiriyle ohal. bir devlet can çekişirken kişisel husumet ve ikbal kaygısı ne kadar doğrudur. burayı da size bırakıyorum.
abdulhamid ittihatçılar, kemalistler ve batılılar tarafından kasıtlı olarak kara propagandaya maruz kalmıştır. bizim kesimde de buna karşı bir savunma refleksi oluşmuş bu da bir nevi abdulhamid mitinin doğmasını beraberinde getirmiştir. abdulhamid'in hatalarından bahsetmek, keşke şunu yapmasaydı demek hemen hıyanetle bağdaştırılıyor. burası bir gerçek.

mesela abdulhamid'in eğitim politikası osmanlı'nın çöküşünü hızlandırdı dersen hemen hain olursun. bu dönemde avrupa tarzı seküler eğitim veren bir çok idadinin açıldığını biliyoruz. abdulhamid medrese eğitimini ikinci plana atmış; avrupa tarzı eğitim hamleleri yapmaya başlamıştır. burada yetişen eğitimli insanların ittihadçıların ana kadrosunu oluşturduğunu biliyoruz. yine bu dönemde abdulhamid'in istibdadi rejimini islam dini ile ilişkilendiren bu okumuş kesim dine de düşman olmuş; dinin hürriyetleri kısıtladığı zannına kapılmışlardır. bu noktada kemalizmi kuran kadrolar da aynı süreçten geçmişlerdir. hatta mustafa kemal'in ve arkadaşlarının harp okulundayken muhalif zannıyla sürüldüğünü biliyoruz. demek ki kemalizmin ortaya çıkmasında bu sistemin de payı var.

şimdi bu eğitim sisteminin iki sorunu var. öncelikle mektep ve medrese arasında bir husumete neden oluyor. medreseden yetişenler yobaz, mektepten yetişenler de dinsiz oluyor teşbihte hata olmazsa. ikinci sorun da; kürt vilayetlerinde yetişen medrese talebeleri istanbul'a gelince dönemin aydınlarına refleks olarak kürt milliyetçiliğini savunuyorlar. üstad'ın medresetüzzehra projesi bu iki problemin de çözümü için ideal bir uygulama.

üstad'ın meşrutiyet anlayışı ittihadçılarınkinden farklıdır. üstad şeriata dayalı bir meşrutiyet fikrini ileri sürmüştür. abdulhamid'e de "sen zekat-ül ömrü ömer-i sânî’nin mesleğinde sarfet!.. tâ ki, meşrutiyet riyasetine lâzım ve biatın mânâsı olan teveccüh-ü umumiyeyi kazanasın" tavsiyesinde bulunmuştur. malum ömer bin abdulaziz'de saltanat usuluyle değil biat usuluyle halife olmuştur. zaten o dönem avrupada'da monarşi rejimlerinin ve saltanatların çöküşü var, burada meşrutiyet hem islami açıdan daha uygun, hem de dönemin siyasetinde iyi bir hamle. üstad daha sonra meşrutiyet fikrinden asla vazgeçmemiştir. abdulhamid'den sonra üç dört aylık bir sürede ittihadçılarla beraber olmuş, ittihadçılardan şeriata dayalı meşrutiyet fikrinde onlarla anlaşamadığı için ayrılmıştır. zaten üstad'ın kemalizmle olan münasebetini de yine kişi istibdadına karşı duruş olarak da değerlendirmek mümkün. üstad o dönemde de cumhuriyeti ve hürriyeti savunuyor.

bu meselenin bir kısmı tarihi gerçekliklerle alakalı, bir kısmı da dönemin konjöktürü, siyaseti, fikri akımlarıyla ilgili. üstad ittihadçılar hakkında "daha kuvvetli bir istibdadın geleceğini görememişim" diyor. burada kişi istibdadının yerine zümre istibdadı geçiyor. ittihadçılar bu konuda abdulhamid'den çok daha sert baskı politikası izliyor. üstad'ın meseleyle ilgili nedameti budur, yoksa meşrutiyet fikrinden de, şeriattan da hürriyetten de vazgeçmemiştir. bu salt bir tarihi gerçeklik. yoksa abdulhamid dönemindeki istibdadi rejime bir özlem yok.

üstad'ın teşkilatı mahsusa üyeliğine dair ne bir kanıt ne de bir belge vardır. elimizde sadece bir iki tarihçinin iddiaları var. o dönem teşkilatta olan kişilerle bir alim olarak görüşmüş olabilir, ama bu iddianın elimizde bulunan tarihsel bir gerçekliği görünmüyor.

üstad'ın afgani ve abduh ile olan tek bilinen bağlantısı da divani harbi örfideki savunmasında geçiyor. şöyle diyor;
"sultan selim'e biat etmişim. onun ittihad-ı i̇slâmdaki fikrini kabul ettim. zira, o vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti. onlar da ona bîat ettiler. şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. bu meselede seleflerim, şeyh cemaleddîn-i efganî, allâmelerden mısır müftüsü merhum muhammed abduh, müfrit âlimlerden ali suâvi, hoca tahsin ve ittihad-ı i̇slâmı hedef tutan namık kemal ve sultan selim'dir ki, demiş:

i̇htilâf u tefrika endişesi
kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
i̇ttihadken savlet-i a'dâyı def'e çaremiz,
i̇ttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni"

şimdi afgani'ye biat sadece ittihad islam noktasında. yoksa afganinin itikadi görüşlerine de diğer bağlantılarına da herhangi bir atıf yok. zaten bu sayılan zatların hepsi türkçülük ve osmanlıcılık akımlarına karşı ittihadı islam'ı savunan taltifkarane ifadelerde bulunmuşlardır. buradan komplo teorileri üretmeye gerek yok. afgani o dönemin mühim fikir adamlarından birisi, masonik yapılanmayla ingilizlerle bağlantılı olabilir. burada sadece müslümanların birleşmesine atıfta bulunuluyor. zaten üstad'ın milliyetçilik fikri ehli sünnet çizgisine tamamen uygundur, abdulhamid'in politkalarıyla da örtüşür. itikadi noktada zaten afgani'ye başka bir atıfta bulunulmuyor. sadece sosyal bir meselede bir zatın islama'a uygun olan görüşlerine biat etmek afgani'yi said nursi'nin hocası yapmaz.

edit: abdulhamid ile said nursi arasında kişisel husumet iddiası da vehmi ve tarihsel gerçeklikten uzaktır. üstad kendisine veli demiş, her sabah dua ettiğini de söylemiştir. mektubun orjinali için;

https://twitter.com/nurettinceylan_/status/769550686199635968

yine meşrutiyetten evvel bir nutukta abdulhamid han için "yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i peygamberî" demiştir.
kendini bediüzzaman'a atfedenlerin dışında gerçekten bediüzzaman'ın talebelerinin kurduğu cemaatlerdir. nur cemaati diye bahsedilen cemaatler de bu cemaatlerdir. bu haliyle bakınca henüz nur cemaati kendisi tanımlayamamakta aslında. kendine sınır çizememektedir. aslında fetö gibi yapıların da oluşmasının temel sebebi budur. sınır çizememek. biz yine de bediüzzaman'ın talebelerinin kurduğu cemaatleri kastederek konuşuyoruz.

esas mesele şudur ki; meşrutiyet ne osmanlı'ya deva olmuştur, ne de osmanlı halkını birlik içerisinde tutabilmiştir. ingilizlerden özenti meşrutiyeti, osmanlı halkına islami bir nizammış gibi anlatmak başkadır, 4 halifenin bir kısmının şura ile meşveret ile başa geçmesi başka bir şeydir. zaten tarihi olaylara baktığımız zaman da zat-ı muhterem aslında meşrutiyet iddiasından da pişmanlık duymuş gibi görünmektedir. demokrat parti döneminde de 2. said döneminin dışına çıkmış ve eski said dönemine dönüş yapmıştır. 2. said dönemindeki pişmanlık hissiyatından vazgeçmiş görünmektedir. risalelerinde de bundan bahseder. eski said dönemine döndüğünü söyler. mevzu şudur ki; said-i nursi'yi takip edenlerin ve talebelerinin kemalizm eleştirilerindeki tutarsızlık. kemalizmin temelleri, daha önce de belirttiğim gibi 1908 ve hemen öncesinde atıldı. bunun altyapısı elbette olmuştur. namık kemaller, ali suaviler, bu temeli attı. misalen ali suavi'nin türkçe ibadeti savunan fetvaları, kemalizmin türkçe ezan için referansı olmuştur. işte size bir nurcuların çok değer verdiği osmanlı alimlerinden birisi. tabi değerli alimler vardı. ama sarıklıların çoğunluğu osmanlı'nın yıkılmasında başat olmuşlardır.

bir diğer nokta; kemalist rejim sadece bediüzzaman ile uğraşmadı. konyalı muhammed zeyneabidin efendi bunlardan birisi. kendisi konyalı, hadimi tarikatının postnişini osmanlı mebuslarından. konya'da birçok medresenin kurucu müderrisi, birçok medresede de aktif olarak ders vermiş. konya'da başlayan bir isyanı organize ettiği ile ilgili bir takım şayialar üzerine hakkında tevkifat başlatılmış, bunun üzerine medine'ye hicret etmiştir. 150likler arasına alınarak yurda girişi engellenmiş ve yurtdışında vefat etmiştir. bir diğer isim, iskilipli atıf hoca. bir başka isim konyalı saçlı hoca. konya'da sırçalı medresede müderris. cumhuriyetten sonra öğretmenlik yapmış hakkında bilinmeyen nedenden dolayı tevkifat başlatılmış ve yurtdışına çıkmıştır. medine'ye hicret etmiştir. mustafa sabri efendi bir başka isim. zahid-ül kevseri bir diğer isim. böyle daha çok sayılabilir. bediüzzaman'ın bunlardan tek farkı burada kalmayı seçmesi. zira kalmayı seçen başka alimlerde vardı. bildiklerimiz var, bilmediklerimiz var. yani kemalizmin işi gücü yokmuş sadece bediüzzaman'in peşinden koşturmuş gibi anlatmak hakikati perdelemektir. evet, siyasete bu kadar müdahil olan bir isim olduğu için kendisinin adını sıkça duymak mümkün oldu. bir de adını bile duymadıklarını var. burada kemalizmin haklılık ya da haksızlık mevzusuna girmeyeceğim. abdülhamit'e baş kaldıran sarıklıların yaşadığı bu talihsiz olaylar belki de sarıklılara ilahi bir ihtar ya da ceza idi bilemiyoruz.

ittihatçılara başlangıç itibariyle muhalefet ederken, sonra ittihatçılarla yakın olmak da ayrı bir çelişkidir. yakınlık derecesi neredeyse, teşkilat-ı mahsusuya çalışmak noktasına gitmiş. burası da ayrı bir çelişki.

bir diğer mesele; abdülhamit ittihad-ı islam adı altında çevrilen oyunu görmüş, buna karşı müslümanların birliğini savunmuştur. buradaki hikmeti anlayamayan sarıklıların kendi kişisel husumetleri de devreye girince abdülhamit'e baş kaldırıları mevcut. tabi ki bazıları başka niyetlerle de abdülhamit düşmanı. abdülhamit han'ın islamcılık adı altında çevrilen fitneleri ve afgani-abduh-ittihatçılar troykasının islam'a vermek istediği zararı da bertaraf etme gayreti görülmektedir. bediüzzaman'a baktığımız zaman ise afgani'ye hocam diyecek kadar bağlı. afgani'ye olan hayranlığı aslında afgani'nin ifsat çalışmalarını görmesini engellemiştir. bu haliyle yine said nursi'nin kendi belirttiği gibi gençlik heyecanı said-i nursi'nin birçok hatalar işlemesine neden olmuştur. abdülhamit tartışılmaz bir padişah değildir. elbette hataları olmuştur. ama abdülhamit han'ı yıkacak bir yapılanmanın içine dahil olmayı gerektirecek kadar ileri giden şey sadece kişisel husumetle izah edilebilir. medrestüzzehra'nın açtırılmaması. başka da bir şey değil aslında.

edit: konyalı muhammed zeynelabidin efendi. isim düzeltildi.
risale-i nur cemaati içerisinde okuyucu veya yazıcı ayrımı yoktur. bu farklı grupları birbirinden ayırmak için sonradan başkaları tarafından verilen isimlerdir. ne risale-i nur'da ne de üstad'ın döneminde böyle bir ayrım yapılmamıştır.

çok parçalı bir grup olduğunu biliyoruz ve bu gruplar çeşitli yönleriyle birbirinden ayrılıyor. bu yüzden nur cemaati deyip de yaptığımız tüm sosyolojik değerlendirmeler çok sığ ve yüzeyseldir. bugün fetöcüler de yeni asyacılar da, doğuda silahlı mücadele yöntemi takip eden gruplar da, aczimendiler de, youtube'daki gevşek adamlar da kendilerinin nur cemaati olduğunu iddia ediyor. bu yüzden ne üzerine konuştuğumuzu önce belirlemek gerek.

daha önce de belirttiğimiz gibi üstad'ın hayrul halefi olarak belirlediği ahmed husrev altınbaşak'ın hizmet tarzını takip etmeyen her grup üstad'ın bilerek veya bilmeyerek hizmet çizgisinin dışına çıkmıştır. itaat etmeyip kendi başına hareket eden bu grupların kısa zaman sonra menfaat saikiyle tekrar bölünmeleri, bir kısmının siyasete girmesi risalei nur hizmetine büyük zarar vermiştir. burada devletin cemaati bölme çalışmaları da unutulmamalı. cemaatin içerisine sokulan bir çok ajanın bu bölünmelerde rolü vardır, fetö de bu bağlamda okunmalı.

bir de daha önce söylediğimiz tek tipleşme ve içine kapanma yine belli grupların suistimallerinden kaynaklanıyor. yoksa kuran'ı kerimden feyzini alan risalei nurlar okumuşundan cahiline, başbakanından (#448066) çobanına kadar herkesin imanını kurtarmasına, izni ilahi ile, vesile olur.

said nursi'nin hayatına gelince; aslında üçüncü said diye kesin bir ayrımla belirtilen bir dönem yoktur. üstad bunu sadece bir kere ruhi haletindeki değişimi anlatmak için kullanmıştır. nitekim son döneminde de dünya işlerinden uzak durduğunu, terki dünya prensibini benimsediğini biliyoruz. bu son on yıllık sürede farklı olarak üstad'ın talebe yetiştimeye ehemmiyet verdiğini ve hizmeti ve neşir faaliyetlerini yaymaya çalıştığını görüyoruz. bu faaliyetleri daha hızlandırmak ve kolaylaştırmak için siyasilerle temas kurmuş ve onlara mektuplar yazmıştır. burada doğrudan bir siyasi faliyet yok. dolaylı olarak nur hizmetinin önünü açmak için siyaseti kullanıyor. bunun haricinde bu dönemde üstad'ın iman hizmeti ile siyasetin aynı anda yürümeyeceğine dair görüşünde bir değişiklik olmuyor. demokratlara oy verme de yine islami hizmetlerin önünü açmak, müslümanları rahatlatmak içindir. yoksa said nursi'nin bu dönemde de aktif olarak siyasi parti işlerine karışma veya talebelirini bu yönde teşvik etme gibi bir faaliyeti olmamıştır. zaten ömrünün en heyecanlı zamanda, şöhretinin saraya kadar gittiği dönemlerde siyaseti terk eden üstad'ın yetmiş yaşından sonra tekrar siyasete dönmesi mantıklı görünmüyor.

abdulhamid mevzusu da çok çarptırılıyor. bu dönemde istibdad var mı var. medrese talebelerine, alimlere baskı uygulanıyor mu evet uygulanıyor. bizim vatan şairi dediğimiz zat o dönem için abdulhamid'e safahat'te açıkça, alenen küfür ediyor. yine o dönem bir çok aydının abdulhamid'in istibdad rejimine karşı çıktığını biliyoruz. bu adamlar bunları sadece vehimlerinden mi yazıyor acaba. üstad o dönem meşrutiyeti ve hürriyeti savunuyor. dört halifenin seçimle geldiğini biliyoruz. burada daha islami olan zaten salatanat yerine meşrutiyettir, üstad da burada bunu savunuyor. yine islamda bireyin hürriyetine devlet tarafından taciz zaruret durumları haricinde yasaktır. abdulhamid'in devletçiliğinin karşısına üstad da ferdi ve adaleti öne plana çıkarmıştır. üstad abdulhamid'in şahsına ve hilafet makamına asla söz söylememiştir. nitekim abdulhamid için veli padişah dediğini de biliyoruz. burada devletin otoritesi karşısında ferdin hürriyetinin ve adaletin zedelenmesinin önüne çıkılmıştır.

yine burada abdulhamid'in de said nursiyi anlayamama talihsizliğine düştüğünü görüyoruz. yoksa asrın bu iki dahisi böyle trajik bir tartışmaya konu olmazdı. üstad doğu'da kuracağı medrese için sultan ile görüşmek istiyor. osmanlı'nın çöküşünün ilim ve diyanet cephesinden geldiği açık. üstad'ın burada fen ve din ilimlerini birleştirecek, kürtçe ve türkçe eğitim verecek bir medrese hayali bugün bile tartışılması gereken bir mevzu. abdulhamid'e bu teklifi sunuyor ve yanındaki adamları hakkında da "münhasif yıldızı darülfünun et" şeklinde uyarıda bulunuyor. abdulhamid'in sarayında birçok masonun bulunduğunu ve yakın adamlarının hain olduğu sonradan ortaya çıkıyor. fakat talihsizlik o ki, abdulhamid yakınındaki adamların kışkırtmasıyla said nursi'yi tımarhaneye attırıyor. abdulhamid'in hal kararının verildiği meclis toplantısını yöneten zat abdulhamid'in sıfırdan sadrazamlığa çıkarttığı bir paşadır. yine hal kararını bildirmek için yıldıza çıkanlardan birisi de sultanın eski yaveridir. üstad bu mevzuda haklı çıkıyor ama iş işten geçiyor.

bana göre üstad'ın temsil ettiği akım cumhuriyetin temel ideolojisinin karşısında müslümanların nadir istinad noktalarından birisi olmuştur. kemalist rejimin nur cemaatiyle bu denli fazla uğraşması, üstad'ı sürgünlere yollaması hep bu kurucu ideolojinin korkularından kaynaklanmaktadır. bugün üstad'ın hareketi, küfrün ilim ve fenden geldiği bu zamanda iman kurtarmak için harikulade bir reçetedir. herkes üniversite ortamlarında bulunuyor hepimiz görüyoruz. insanlar buralarda rahatlıkla küfürlerini yayıyorlar, tanrı kavramıyla dalga geçiyorlar. pozitivist bilimin merkezi olan bu üniversiteler küfrün de kaynağı oluyor. peki şu zamanda bizim müslümanlar olark bu küfür hareketine karşı elimizde ne var. bu insanlara evliyaların menkıbelerini anlatamayız. kuran'ı kerim ayetlerini ve efendimiz'i zaten kabul etmiyorlar. üstad'ın metodu bu açıdan çok değerlidir. şu zamana kadar da kurucu ideolojinin ve materyalist felsefenin tahrifatına karşı koymuştur.
çok parçalı bir cemaat. kendileri fetöden ayrıdır. yazıcılar, okuyucular vs.

said-i nursi'yi yanlış, eserlerini yanlış değerlendirmiş bir cemaat aslında. said nursi'yi yanlış anladıkları hatta anlayamadıkları için genel olarak said nursi'yi tartışılmaz bir pozisyona koymaktadırlar. bu duruş onların reaksiyoner bir tavır sergilemelerine ve hakikati perdelemelerine neden olmaktadır.

şimdi bu konuya biraz değinelim.

said-i nursi hayatını üç kısma ayırır. eski said, yeni said ve 3. said.

eski said döneminde yaptıklarını heyecanlı zamanlarına vererek aslında siyasete bulaşmaması gerektiğini anlatır. 3. said döneminde ise yeniden eski döneminde rücu ediş söz konusudur.

biraz bu dönemlere değinelim.

eski said döneminde sıkı bir meşrutiyet yanlısı ve abdülhamit muhalifi olmuş, 2. meşrutiyet öncesinde meşrutiyeti savunan yazılar neşretmiştir. 2. meşrutiyetin ilanıyla 2. meşrutiyeti savunan yazılar yazmış ve kendi tabiriyle istibdatın son bulmasına sevinmiş. daha sonra 1909 olaylarıyla ittihatçılara muhalefet etmiş ama sonra yine ittihatçılarla beraber hareket etmeyi uygun görmüş. görüldüğü gibi hem tutarsız siyasi tercih söz konusu hem de abdülhamit gibi kıymetli bir padişaha yanlış şekilde muhalefet söz konusu. kendisi iman hizmet yürütmüş olabilir. ilmiyle de büyük katkı sunmuş olabilir. ama bu bizim said nursi'nin siyasi tercihlerini sorgulamamıza engel değil. tıpkı elmalılı hamdi yazır'ın abdülhamit'in hal fetvasını yazmasını eleştireceğimiz gibi.

nurcuların hep kemalizm eleştirisi vardır. eee güzel kardeşim, kemalizmin taşları, 1908'de ve hemen öncesinde döşendi. sonrasında devam ettirildi. kemalizm kişiye bağlı bir ideoloji değil. kemalizm osmanlı'nın son döneminde ittihatçıların da içinde bulunduğu bir kesimin benimsediği ideolojilerin uygulanması sonucu ortaya çıktı. osmanlı alimlerinde kemalizm bulaşığı yokmuş. nurcular bunu sık dillendirir. gel de onu abdülhamit'i indiren sarıklılara anlat. nasıl hevesle ittihatçıları savunduklarını falan feşman. her neyse bu durum da onların bir çelişkisi işte. abdülhamit'i tahtından indiren sarıklılar diye kitap bile yazılır. belki vardır, bilmiyorum.

klasik islamcı kafası ile düşünüldüğünde aslında ezber aynı ezber. ittihad-ı islam neymiş, kimler ortaya atmış, aslında abdülhamid'in ittihad-ı islam karşı mücadelesini ve aslında abdülhamit'in müslümanların birliğini savunduğunu bilmenizi gerektirir. her neyse, tarihe hakikatler penceresinden bakmak lazım. hakikati, ezberlerinize kurban ederseniz, eleştirdiğiniz fetöden pek de bir fark kalmaz. ezberlerle değil, hakikatlerle hareket etmek lazım. osmanlı'nın batmasına abdülhamit'in politikalarına batılıların ağzını kullanarak istibdat diyen sarıklılar da katkı sağlamıştır. bunu unutmamak lazım.
türkiye'deki cemaatlerden bir cemaat. tek özellikleri, said nursi'yi ve risaleleri yanlış anlamaları. ve yanlış anlatmaları. bunu da hakikat diye yutturmaları. başka bir özellikleri yok. gülenciler ise bu cemaatlerin itibarını kullanmıştır.
içerisinde onun üzerinde ayrı grubu barındırmaktaydı. 17 aralık sürecinden önce bu grupların mali işleri tek çatı altında yönetilirdi. şimdi ki mali ve manevi yapılanmaları hakkında pek bilgi sahibi değilim ama eskisi kadar birbirlerine yaklaşmadıkları açık.
üstad’ın ölümünden sonraki ayrılıklar nedeniyle eski gücünü, rüzgarını kaybetmiş cemaat.

said-i nursi’nin “yetiştirdiği elli talebe ile islam’ı bütün dünyaya yayma vizyonu”’nun tam aksine bugün sıkı cemaat hiyerarşisi içinde; umumiyetle kendi içine kapanık, tek tip, itaatkar bireyler yetiştiren bir vaziyete bürünmüştür. mensuplarının cemaat fanatizmi yüzünden risale-i nur sadece bu cemaate aitmiş gibi bir algı oluşmuş, yine aynı nedenden ötürü said nursi de yeterince iyi anlaşılamamışıtr.