ramazan günlüğü – dertli sözlük
efendim ramazanın on birinci günündeyim. bugün sessiz bir yağmur geçiyor içimden. yüreğimin içine sığdırdığım yüzlerce dua eli, bugün yağmur duasındalar. her gün biraz daha ölen nefsimi, solgun bir ceset gibi gömdüğüm orucumun üstüne tertemiz yağmurlar diliyorum. belki nisandan kalma ılık bir yağmur belki bir kırk ikindi. adının hiçbir önemi yok efendim. eğer yağarsa, mor menekşelerimi camın önüne koyup, gök suyuyla sulayacağım bugün. radyomun sesini birazcık kısacağım. çatılara düşen yağmurun sesini daha iyi duyabilmek için. bütün işimi, gücümü bırakıp, penceremin önüne biriken sulara konan yağmur yorgunu kuşları seyredeceğim. cama vuran yağmur damlalarını izlerken, çıplak ayaklarla bastığım topraklarda büyüyen, çocukluğumun huzurlu günlerine gideceğim. saçlarım toprak kokacak, avuçlarım yağmur. şeytana giden yollarda düşüp kalkmaktan kanayan yaralarım kapanacak. i̇yileşeceğim efendim. eğer yağarsa, içimin göklerinden dökülen yağmurlar ıslatacak şükür secdelerimi. yetişkin vakitlerde çocuklar gibi ağlayabilmenin, yağmurlar kadar büyük bir nimet olduğunu fark edeceğim. gözlerim ileriye bakmaktan yorgun düştü artık efendim. bugün yağmur yağarsa eğer, gökyüzüne çevireceğim yüzümü ve yağmur taşıyan meleklerin, kanatlarını, kirpiklerini öpeceğim. bütün işim, gücüm yağmuru seyretmek olacak bugün. yağmur duasına çıkmış küçük bir karınca gibiyim efendim. açtım penceremi, çıktığı rahmet yolculuğundan göğümüze dönecek damlaların yolunu gözlüyorum. annemin fatihaları kadar bereketli bir yağmur geçiyor içimden, sana günlüğümü yazarken. anladım ki ben toprağa ve yağmurlara aidim efendim. i̇çim çocuk hâlâ. gökyüzü hâlâ en çok sevdiğim kardeşim. eğer yağarsa efendim, avuçlarımda biriktirdiğim yağmur damlalarıyla açacağım bugün orucumu. yağmazsa eğer, orucumu yağmur duasıyla ve toprak kokan ekmeğimle açacağım. yani efendim, bugün soframda hep yağmur olacak. saat kaç olursa olsun, ıslanmak için dışarı çıkacağım. şimdilik bu kadar. i̇yi ki benimlesin efendim
ramazanın on ikinci günündeyim. bugün üzgünüm efendim. i̇çimde gecenin içinde yitirilmiş, huzurlu bir seherin sancısı var. güneşi içinden çekilmiş bir sabaha uyanmış gibiyim. bu gece sahura kalkamadım efendim. gözlerimi yorgun düşüren gaflet uykusundan, ruhumu ağlarına düşüren karanlık rüyalardan yatağıma döndüğümde uyandım. bu gece rüyamda gördüğüm hiçbir şeyi hayra yoramadım efendim. efendim, gözlerimi açtığımda kapalı camlarıma çarparak, boynu bükük geri dönen ezan seslerinin yaralı kanat izleri duruyordu penceremde hâlâ. yüreğim dualarla uğurlayamadığım sabah ezanının acısından incindi bugün. büyüyünce kalkarsın diyerek, beni sahura kaldırmayan anneme, o daha çok küçük bırakın uyusun diyen babama, içten içe kızamadım bu kez. kimseye kızamadım efendim. hatta kendime bile. ruhumun, sahurun en bereketli anlarına kurduğum saati, gördüğüm rüyaların karanlığında durmuştu bu gece. bu yüzden kendime bile kızamadım. şimdi sadece çok üzgünüm efendim. kalbimin, alnımın af secdelerine bir kat daha fazla ihtiyacı var bugün. i̇ç çekerek hiçbir şey düzeltemeyecek aciz dudaklarımın, her tespih tanesinde allah’ın ve senin adını anarak tövbe çekmeye her zamankinden daha çok ihtiyacı var. bana birazcık bozulan orucumun gönlünü hoş edebilmek için, gözü yaşlı dualarıma daha çok ihtiyacım var. efendim, bugün benim sana çok ihtiyacım var. uykuya yenik düşen gözlerimin paslandırdığı gönül aynama şefaatini diliyorum. artık bütün saatlerimi yalnızca sana kuracağım efendim. bütün saatlerimi sahurun bereketli saatlerine kurup, senin şefkatli ellerine bırakacağım. efendim, bu günü benden önce omzuma yazan meleklere emanet edeceğim bundan sonraki oruçlarımı. bu günlük bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
ramazanın on üçüncü günündeyim efendim. bu günümü tebessüm ederek yazıyorum. epeydir dışarı çıkmıyordum. gökyüzüne baktığımda fark ettim dalgası bol denizleri özlediğimi. sahili hiç bu kadar boş görmemiştim efendim. bu mübarek ayın iklimine deniz bile kendini kaptırmıştı. dalgalar bugün daha sakin gibiydi. ramazanın gelmesiyle yeni yeni uykuya dalan banklar boştu. gittim. aralarından en yalnız olana oturdum. şimdi koskoca sahilde sarı hasır şapkalarının içine gizledikleri kafalarını göremediğim birkaç balıkçı, bir köpek, martılar ve ben vardım. deniz kafasını dinliyordu bu ramazan. bu huzurlu havayı çok sevdim efendim. kendime pamuktan bir bulut beğenirken, gökyüzüyle denizin birleştiği yerde balıkçının biriyle karşılaştı bakışlarımız. o, daldığı derinlerden çıkıp, bunun farkına bile varamadı. mavi gözlerinin suya bıraktığı izlerden tanıdım onu. bunlar biraz ilerde bir başına oturan yaşlı balıkçıya aitti. galiba onu gözlerindeki yalnızlıktan tanıdım efendim. balıkçının dağılan dikkatini fırsat bilerek, toparladım kendimi ve usulca yanına yaklaştım. yarıya kadar suyla dolu kovasında bir aynaya bakar gibi gördüm kendi gözlerimi. balıkçının avare oltasına yakalanan gözlerim, kovanın içindeki iki balıkla birlikte dalgın dalgın yüzdü bir süre. gözlerimden, küçük ve şirin dudaklarıyla öptü balıklar. gülümsedim. vedalaşmamızda tanışmamız kadar kısa sürmüştü. olsun varsın, ne de olsa onlardan beni unutmamalarını istemek, suya yazı yazmak kadar imkansız bir şeydi. efendim, kovayı ters çevirdiğimde denize dökülen sularda mutluydu. bundan sonra daha derinlerde yüzmesini tembihlediğim küçük balıklarda. derin düşünceler, derin sular. sanırım, her şeyin derini daha iyiydi efendim. yaşlı balıkçının yanına oturduktan sonra derin bir iç çektim ve kovayı kafama geçireceği anı bekledim sessizce. çoğu zaman olduğu gibi bugün de yanılmıştım efendim. balıkçı dönüp yüzüme bile bakmadı. sadece, denizle gökyüzünün birleştiği yerde gülen gözlerini gördüm. galiba bu haylazlığımı çocukluğuma verdi. ben denizi, balıkları ve ekmeğini denizden çıkaranları çok severim diyen yazarı daha iyi anladım bugün. efendim, biraz daha oturmam için beni gözlerimden tutan denize, iftarın yaklaştığını söyleyerek ayrıldım oradan. bugün bana güzel geldi. i̇yi ki benimlesin efendim.
ramazanın ortalarına yaklaşırken cenabı allah günahlarımızı affetsin. öğrenci yurdunda kalıyorum ve sabahları yurt odasına gizlice soktuğumuz piknk tüpü ile yumurta pişirim sıcak yemek yemeye çalışıyoruz. akşamları da ya yemeği erken alıp soğuk yemeliyiz, ya bekleyip kalan yemekten nasipleneceğiz yada yarım saat kalabalıkta sıra bekleyeceğiz. ama hepsine değiyor bu huzur.
efendim, tam iki haftadır eteklerindeki gümüş rengi kuş tüylerini ruhuma doldurmasını dilediğim orucun adımlarını izliyorum. ramazanın on dördüncü günündeyim. her gün ruhuma beyaz bir kanat daha ekleniyormuş gibi biraz daha hafifliyorum efendim. kendini göklerden gelen rahmet rüzgarına emanet ederek savrulan küçük bir yaprak gibiyim. başımdan ve omuzlarımdan dökülen günahlarımın ağırlığını secdeye giden alnımın derin izlerine baktığımda fark ediyorum. her şeye ve herkese tepeden bakan nefsim, şimdi ruhuna fatiha bekleyen solgun bir ölünün yüzü gibi efendim. efendim, oruç cennetten göğümüze uzanmış mübarek bir ağacın dallarında büyüyen bir meyve gibi düşüyor avuçlarıma. güneş kadar olgun, yağmur kadar bereketli bir meyve gibi. ona baktıkça doyuyor gözlerim. yedikçe, dünyaya ait ne varsa tadı her geçen gün biraz daha siliniyor damağımdan. orucun ruhumda bıraktığı tatla bütün hücrelerimle birlikte yenileniyor gibiyim efendim. bu ramazan hiçbir şeyin tadını özlemedim efendim. özlediğim tek şey, bir ağaç gölgesi altındaki küçük ahşap masada içtiğim, bir bardak çay ve ona kan kırmızı rengini veren dost sohbetleri oldu bu ramazan. çay olmassa hep bir eksik kalan muhabbetlerin, gülmekten kuruyan boğazımızı yumuşatmak için aldığımız büyük yudumları özledim. efendim, ben bugün sana günlüğümü yazarken cama vuracak birkaç damla yağmurun ve elimin ucunda duracak bir bardak çayın kokusunu özledim. özlemek, ne güzel şey efendim. özlemek ne güzel şey. i̇çindeyken kıymetini bilmediğimiz her şeyi bize özleten bu ay, ne güzel bir ay. efendim bu günlüğümü yazdıktan sonra yapacağım ilk iş bir dostumu aramak olacak. eğer gelirse çayımı, bir dost sesinin sıcaklığında demleyeceğim. yanımda dostum, yüreğimde sen olacaksın efendim. eğer bir de pencereme birkaç damla yağmur düşerse efendim, bu çayın tadını hiçbir zaman unutmayacağım. şimdilik bu kadar efendim, iyi ki benimlesin.
efendim, ramazanın on beşinci günündeyim. gözlerimi kapattım dünyaya. geceden beri sadece ramazanı dinliyorum. bugün bütün günümü ramazanı dinlemeye ayıracağım efendim. aklında gitmek olan bir dostuma, kal diyemediğim buruk bir sohbetin içindeyim. gözlerim vedalara hiç alışamadı efendim. serçeler gökyüzünden ramazanın gideceği haberini almış gibi sessizler. serçeler sustukça, içimdeki yalnızlığın sesi yükseliyor. ağlamak ayıp değil ki efendim. ağlıyorum. o gittiğinde, dağınıklığını sahurda topladığım gecelerim, seherlerde yine uyuyakalacak. duyduğum hiçbir tabak sesi, iftarın yaklaştığını hatırlatmayacak. saatlerce oturup okunmasını beklediğim ezan seslerini, onu yutan şehrin gürültüsü içinde bitmeye yakın fark edeceğim. akşamüstü açık penceremden gelen telaşlı ayak seslerini, iftar pidelerini yetiştirmek için acele eden babaların ayak seslerine yormayacağım. tattığım hiçbir şeyde bulamayacağım, sahurda yediğim birkaç zeytinin ve iftarda içtiğim bir tabak çorbanın tokluğunu. rüyalarımın yarısında uyanıp, art arda ışıkları yanan evleri sayarak keyiflendiğim gecelerimi, derin uykularımı esprili manileriyle bölen, ramazan davulcularını çocuklar gibi özleyeceğim. hayatımın her köşesine şifalı elleriyle dokunan ramazanın gidişini düşündükçe, bir çocuk gibi yaşlanıyor gözlerim. bugün içimde incinen bir şeyler var efendim. biliyorum bir tek beni değil, onun dost eteğine tutunmuş bütün insanları hüzünlendiriyordur, şimdi ramazanın vedaya hazırlanışı. on iki fırtınalı ayın içinde, sakin bir liman gibi sığındığımız bu rahmet ayından ayrılmak, şimdi herkesi hüzünlendiriyordur. efendim, büyük küçük demeden milyonlarca kişiyle aynı ezan sesini beklemeyi, bir şehir dolusu insanla aynı anda aynı sofraya oturmayı ramazandan başka hiçbir şeyin mümkün kılamayacağını, görerek bir kez daha sığınıyorum onun mübarek ellerine. bütün insanları eşitleyen, bu ayın iklimine bir kez daha yüreğimdeki senle sığınıyorum. bugün ramazanın on beşinci günü efendim. vedalardan incinen ruhumu iyileştirmek için geri kalan ramazan günlerine bırakacağım kendimi. açılmayı bekleyen on beş rahmet kapısını, senin adını anarak çalacağım. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
efendim, ramazanın on altıncı günündeyim. i̇çimde sebebini çok iyi bildiğim bir huzur var bugün. taşları hurma çekirdeklerinden yapılmış, mübarek bir tesbihin on altıncısına dokunuyor ellerim. çoğalıyor mu yoksa azalıyor mu karar veremediğim, ramazan günlerimin on altıncısındayım. azalan her gün kaynağını yeni bulduğum, bir hayat suyunu yitiriyormuşum gibi telaşlandırıyor beni. geriye kalan günler, önümde yükselen rahmet zirvesi. efendim, bugünlerde safa ile merve arasında gidip gelen bir yolcunun hali içindeyim. boğazıma düğümlenerek biten her orucumu, avuçlarımda biriktirdiğim dua damlalarını yudumlayarak, yutkunuyorum efendim. ellerimi göğe her açtığımda, yerden göğe baharsız büyüyen yemyeşil bir ağaç var bugünlerde. yitirdiğim ve kazandığım her şeyin ardından, gölgesine sığındığım bu dua ağacına her baktığımda, cennetteki baharların gölgesi düşüyor yüreğime. sen düşüyorsun efendim. hiradaki duaların düşüyor, aydınlanıyorum. hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum dediğimde, kaldığım yerin dualar olduğunu bu ramazan fark ettim efendim. bu dünyadan yanımda götüreceğim ve benden bu dünyaya kalacak tek şeyin bu dua ağacı olduğunu bu ramazan fark ettim. elleri saçlarımda gezen dedemin; bu dünyadan giderken bir dikili ağacın olsun, diyerek çocuk gözlerimi tembihleyişini şimdi yeni yeni anlıyorum. dedemin bana öğrettiği her duayı bugün, yüzyıllar öncesinden bana gönderilen mektupları açar gibi öpüp başımın üzerine koyuyorum. efendim, sana bu satırları yazarken kelimeleri düşünüyorum. hafızamda bir duanın içinde yer alabilmek için dönüp duran sayısız sözcük var. kelimeleri anlamıyla güzelleştirecek bir dua yazmak istiyorum bu günlüğüme. bu koskoca ömrümden bana kalacak, içinde sen olan, her hecesi sen kokan, bana ait tek bir dua cümlesi olsun istiyorum efendim. beni içine alan, benimle allah’ın arasında bir sır olarak kalacak küçük bir dua cümlesi. bugün bildiğim bütün kelimeleri bu duayı bulmak için çağıracağım. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
efendim, ramazanın on yedinci günündeyim. bugün sahurdan kalma bir hüzün var içimde. i̇lk defa bu sahurda gecenin karanlığından ürktü yüreğim. uyanan evlerin ışıklarını sayarak, gülen gözlerim, sana daha önce hiç bahsetmediğim yaşlı teyzenin yanmayan ışıklarına takıldı bu gece. her iftar öncesi titreyen ellerindeki yemekle kapımı çalan bu teyze dünkü iftarda çalmadı kapımı. beni unuttuğunu düşündüm. i̇çten içe darıldım ona. sahurda gelir diyerek yolunu bekleyen gözlerim ilk onun penceresine ilişti. sahuru onu bekleyerek geçirdim. gelmedi efendim. gözlerinde yanan ışıklar bir bir sönerken, içimde bir yerler, bir şeyler sızladı bu gece. teyzenin her iftar öncesi dünya yorgunu ayaklarıyla yavaşça çıktığı merdivenleri bu kez ben genç adımlarımla koşarak indim. önüme açılan bu küçük evin kapısının artık bana hiçbir zaman açılmayacağını bile bile defalarca bastım zile. çalan her zil sesinde ölümün acısı bir sancı gibi içime saplandı efendim. işığı yanmayan bu evle birlikte ölümün karanlığına dalan gözlerimden gökyüzünün mavisi düştü. yüreğim onun bedeni gibi soğudu birden bire. bu hayatta adımlarımın hiçbir şeye ve hiç kimseye bu kadar geç kaldığını hissetmemiştim. efendim, kapının diğer tarafıyla aramda uçurumlar açan ölümün nefesini hiç bu kadar derinden hissetmemiştim. gözlerim dünyanın boşluğuna hiç böylesine düşmemişti. bu geceden beri aklımın bir köşesinde hep ölüm var efendim. işığı yanmayan bu evde ölümün karanlık ağlarına takıldı ruhum. her şey burada kalıyordu işte efendim. acılarımız, savaşlarımız, yorgunluklarımız hepsi burada kalıyordu. nefesimizi tutarak koştuğumuz bu dünyanın çıkmaz sokakları, mezar taşımızda kazınmış iki tarihin arasıydı belki de. bu dünyadan bütün gidiş gelişlerimiz bu iki tarihin arasındaydı. efendim bugün evimden dışarı çıkmak gelmiyor içimden. i̇çimdeki seni de alıp, dualar ülkesine taşınmak istiyorum. bugünlük bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
ramazanın on sekizinci günündeyim, efendim. dışarı çıkmak gelmiyor içimden. sanırım bütün gün evde olacağım. bu ev benim küçük dünyam. i̇çinde kaybolmayacağım bu dünyayı dışarıdaki kalabalık dünyadan daha iyi tanıyorum. galiba bu yüzden burada daha az yalnızım efendim. pencereme kırgın yağmurlar, başını alıp gitti satırlarımdan bugün. kuşlar evimin önündeki kiraz ağacını terk ettiler. sanırım dün ölen teyzenin mezarının başındalar. ben evdeyim efendim. i̇çimde geç kalınmış bir şeylerin pişmanlığı var. efendim içimde eksikliğini onu kaybettiğinde anlayacağımız bazı şeylerin pişmanlığı var. defalarca kapıma gelen teyzenin dua kokan ellerini öperek doldurmadığım için onu kapımdan boş gönderdiğim için çok pişmanım efendim. bugün ve bundan sonraki her gün fatihalarımla toprağı öper gibi onun ellerinden öpeceğim. her duam ona bu ramazan gecelerinde toprağın altında yanan bir ışık olacak. i̇yi insanların dünya yolculuğuna böyle iyi ve mübarek günlerde son veren ölüm, öyle garip bir şey ki efendim. ölüm öyle garip bir şey ki. onun hiçbirimize uzak olmadığını, bu oruç günlerinde daha derinden hissediyorum. her ramazan günü ölüme tutunuyor canım. nefsimin nasırlı kayalarını, mübarek bir dalga olup aşındıran ölüme sığınıyorum geceler ve gündüzler boyu. ölüm varsa aklımda; kibir yok, nefret yok, öfke yok. küslükler zaten uzak. senin, bütün zevkleri kökünden yok eden, ‘ölümü çokça hatırlayın’ sözlerinle iyileştiriyorum uçmakla düşmek arası gidip gelen kırık ruhumu. nefsimin üzerine basa basa geçtiğim, oruçlu günlerimde bu düşüncenin varlığını tadan her hücrem yeniden diriliyor. oruçla gelen ölümle yeniden doğuyor gibiyim. bu mübarek ramazan, ruhuma ölümü sevdirdi efendim. bu mübarek ramazan günleri nefsime ölümü sevdirdi. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.
efendim, ramazanın on dokuzuncu günündeyim. bu ramazan hayatımdaki her şeyi değiştirdi. en çokta kafası karışık düşüncelerimi. yelkovanla yarışırcasına günahların peşinden koşan zihnim, şimdi dalgası derin düşüncelerin içinde. zihnim oruçla doydukça efendim, göremediklerim daha görünür, anlam veremediklerim daha anlamlı, gereğinden fazla önemsediğim her şey şimdi daha önemsiz. sana günlüğümü yazdığım şu anlarda saatin kaç olduğundan haberdar değilim. zaten umurumda da değil efendim. hayatımın her anını sayılarla geçiren saatler, bugünlerde orucun sonsuzluğu içinde eriyip gittiler. ben, zamanı bereketlendirdikçe saatleri ve rakamları önemsizleştiren, bu ramazan günlerini çok sevdim efendim. epeydir günlerimi yirmi dört saate bölmeyi bıraktım. vakitlerimi günde beş kere penceremin camını okşayan ezan seslerine göre ayırdığımdan beri saatlerin hiçbir önemi yok. kimileri için tuhaf gelecek ama ben ezanın kainatın saati olduğunu düşünüyorum efendim. dünyadaki her şeyin bu mübarek sesle bittiğini ve yine onunla başladığını bugünlerde fark ettim. sahurumu onunla bitiriyorum, iftarım onunla başlıyor. gecenin bittiğini sabahın başladığını, günün bittiğini gecenin başladığını ilk bu ses haber veriyor. gözlerimizi dünyaya açtığımızda yeni bir hayata başladığımızı ilk bu ses fısıldıyor kulaklarımıza. gözlerimizi ölüm uykusuyla yumduğumuzda yolculuğumuzun bittiğini sala’dan önce bu ses hatırlatıyor. bütün hayatımız, biz farkında olmadan okunan bu iki ezan arasında gizli sanki. bu günlerde ezanların bütün vakitlerimizi allah’a kuran bir kainat saati olduğu düşüncesindeyim. şimdilik bu kadar efendim. i̇yi ki benimlesin.